27 Ağustos 2014 Çarşamba

Romanya Gezisi 2013

Romanya Ağustos 2013

Uzun zamandır Bükreş'te yaşayan dostum ve kardeşim Baran bizi evine davet eder de bir türlü fırsat bulamazdık. 2013 yılının 30 Ağustos tatili cuma gününe denk gelip de uygun uçak bileti ayarlayınca biz de ailecek Romanya'ya gitmeye karar verdik. Balkanların birçok yerini gezmiş olduğumuz için merak ettiğimiz ülkelerden biriydi Romanya, iyi ki de gitmişiz.

Yola çıkışımız ise tam bir filmdi... Akşam mesai çıkışı rahatça gidebilmek için İstanbul Atatürk Havalimanı kalkışlı 22:50 uçağından bilet almıştık ve Anadolu yakasındaki evimizden de tatil trafiğini hesaba katarak 19:15 civarında evden çıktık. Çıkmamızla trafikle ilgili haberler de ardı ardına gelmeye başladı... Önce Olimpiyat Stadındaki Beşiktaş maçından dolayı TEM'in kilit olmasını duyunca rotayı 1. köprüye çevirdik, ancak orası da kilitti, köprüyü geçince yırtarız derken E5'teki motorsiklet kazasını öğrendik... Tam köprüyü geçmiş sahil yolundan ulaşmayı planlarken E5'teki sıkışıklıktan dolayı sahil yoluna sapanların bu akın etmesi ile Romanya'ya tüm yollar kapanmıştı...

Yaklaşık 3 saat süren havalimanı yolundan sonra otoparkta elimizde bavullar ve çantalarımızla depara kalkıp check-in kuyruğuna yetiştik, öyle ki, bizi görenler havalimanında dizi film çekimi var sanırdı, ailecek havalimanı koridorlarında koşturan bir aile... Ancak bir sorun vardı, burada da kuyruk oldukça uzundu ve uçağımızın kalkmasına 40 dakika vardı. Bir miktar bakındıktan sonra kuyruğun aradan bir bilet gişesine Bükreş uçağının kapanıp kapanmadığını sordum. Gişedeki görevli henüz kapanmadığını söyledi, ancak kuyruk öyle 5-10 dakikada eriyecek gibi de değildi. Sonra görevli bana el edip gelmemi işaret etti, gittim, pasaportlarımı istedi ve biletlerimizi elimize verip doğruca uçağa gitmemizi salık verdi. Erkenden havalimanına gidip Duty Free'de tur atma ve Maximum Lounge'da dinlenme şansımız kalmamıştı, zaten uçakta ben, eşim ve kızım farklı sıralarda oturacaktık...

1 saat süren yolculuktan sonra Samsun havalimanından hallice bir havalimanına indik. Burada bavulları bir süre bekledikten sonra gümrükten geçebildik... Gece geç olmuştu, ama arkadaşım bizi çıkışta bekliyordu... Sonunda Bükreş'e varabilmiştik...

Doğruca evlerine gidip ertesi güne enerji toplayabilmek için odalarımıza geçip uykuya daldık.

1. Gün Bükreş


Ertesi gün, dostum ve kardeşimin çocuklarının cıvıltılarıyla uyandık. Evleri şehrin biraz dışında müstakil bir evdi. Hava biraz yağmurlu olmasına rağmen kahvaltı sonrası bahçede sigara molası da keyifliydi...

Kahvaltı faslı bitince maaile Bükreş'i gezmeye çıktık. Önce ana caddelerde tur attıktan sonra önemli olabilecek yerlerde kısa molalar verdik, bu arada Baran da bize ülke ve şehir hakkında bilgiler veriyordu. Romanya sosyalist rejimin yıkılması sonrası oldukça bocalamış, öncelikle kendi kendilerini yönetme alışkanlıkları olmadığından (tarihlerinde ya Avusturya, ya Rusya ya da başka birileri hüküm sürmüş) Çavuşevski dönemi sonrasında ülke boşluğa düşmüş, sonrasında Avrupa Birliği ülkeye el verince ortalık biraz düzene girmiş... Şehri gezerken eski sosyalist dönemin izlerine rastlıyorsunuz, tek tip bakımsız apartmanlar, düzenli ve geniş yollar şehri özetliyor. Çavuşevski'lerin asıldığı meydanı da geçtikten sonra uzaktan caddenin sonunda büyük bir bina gözümüze çarpıyor... Baran anlatmaya devam ediyor, bu bina dünyadaki monoblok ender inşaat eserlerinden biri ve Çavusevski'nin sonunu getiren yapı oluyor. Halktan o zamana kadar topladığı vergilerle ülkenin kalkınmasını vaad ederken bu binanın yapımı için servet dökülmesi halk açısından bardağı taşıran son damla oluyor ve dönemin sonunu getiriyor...
Ancak bina tüm heybetiyle şehrin büyük bir bölümünden görülebiliyor ve perspektif harikası; binaya yaklaştıkça bina büyümüyor, binaya giden yol boyunca binaya yaklaştığınızı hissetmiyorsunuz, sanki siz gittikçe uzaklaşıyor bina...

Sonrasında şehir gezimize devam edip merkezde gezinmeye gidiyoruz, arabayı uygun bir yerde park ettikten sonra merkezde biraz turlayıp Baran'ın tavsiye ettiği Caru Cu Bere'de öğlen yemeğine gidiyoruz. Romanya'da yeme içme Türkiye'ye kıyasla oldukça ucuz. Hayvancılık gelişmiş olduğundan özellikle et ve et mamülleri çok ucuz...  Caru Cu Bere oldukça bilindik tarihi bir mekanmış, yer bulmakta zorlansak da içeride bir masaya yerleşebiliyoruz.

Ülkenin para birimi Ley, 2 ley yaklaşık 1,3 TL civarında...

Caru cu Bere'den sonra şehir merkezinde turlamaya devam ettik, merkezdeki binaların çoğu tarihi binalar ve aslına uygun olarak korunmayı başarmış... Araç trafiğine kapalı sokaklarda kafeler ve barlar henüz kalabalıklaşmamış... Bu yüzden rahat ve keyifli bir gezi yapıyoruz...

Yine tarihi bir mekan olup otel/kafe haline getirilmiş bir mekanda Hanul Manuc'ta (Han-ül Manuk diye adlandırmayı tercih ettim) kahve molası veriyoruz, çok sakin bir yer olduğunu söyleyebilirim. Tarihi bir han, otel ve kafe haline getirilmiş, hanı odalar çevrelerken ortasında geniş bir bahçe yer alıyor. Halen otel olarak da kullanıldığını öğreniyoruz...

Mola sonrası şehir merkezindeki turumuzu sona erdirip ertesi gün yapacağımız Transilvanya yolculuğu için kendimizi eve atıyoruz.
















 2. Gün Transilvanya

Sabah erkenden kalkıp kahvaltıyı yolda yapmak üzere evden ayrıldık. Yolumuz uzundu... Meşhur "Kont Dracula" şatosunu görmeye gidecektik...

Romanya'da karayolu fena sayılmamakla beraber dağlık arazinin izin verdiği ölçüde otobanlar bulunuyor, ancak ülkede demiryolu ağının çok yaygın olması nedeniyle yerel halkın havayolu ve karayolundan ziyade demiryolunu tercih ettiğini öğreniyoruz. Bükreş'ten uzaklaşıp dağlara yaklaştıkça çevremizi yeşillik kalıyor... Baran'ın cipindeki navigasyon cihazı sayesinde yolumuzu kaybetmeden ilerliyoruz, hatta bir ara yol tarifi için farklı dil seçenekleri olduğunu keşfedip dili Azerice'ye çevirmek gibi bir muziplik yapınca yol eğlenceli bir hal aldı...

Kont Dracula Şatosu diye bilinen yer aslında tarihte Kazıklı Voyvoda'nın yaşamış olduğu şato... Uzaktan büyük bir ihtişamla arz-ı endam sergiliyor konuklara, ancak içine girince şatonun o kadar da büyük olmadığının, dar merdivenleri ve kasvetli odalarını görünce anlıyorsunuz. Şatonun güney cephesi oldukça sarp ve korunaklı, rehberimiz Baran güneyden gelen Türk saldırılarına karşı şatonun bu şekilde inşa edilmiş olduğunu aktarıyor. Bu mekanda oldukça fazla turist birikmeye başlamış olduğunu görünce önceliği şatoyu gezmeye veriyoruz. Baran'ın eşi sevgili Zeynep kızı Cemre ile şatı dışında bizi beklerken biz şatoya biletlerimizi alıp giriyoruz.

Şato çevresindeki pazarda bolca turistik hediyelik eşya almak mümkün, ancak buralar turistik olduğu için çok da ucuz sayılmaz, pazarlık yapmanızı öneririm.

Şato içinde labirent gibi geçitler ve merdivenlerde dolanıp kah Voyvoda'nın işkence aletlerini kah zırhları ve silahlarını görmeniz mümkün. Şatonun bahçesindeki havuzda ise nilüferler ayrı bir güzellik...















Şato gezisi sonrası hediyelik eşya turunu tamamladıktan sonra acıkmıştık. Rehberimiz bizi yörenin manzarasını da görebileceğimiz bir restorana götürdü. Mekan dört dörtlüktü, şato manzarası yanında Transilvanya Alplerinin yeşil kaplı dağlarına nazır yemeğimizi yeme şans bulduk. Öğrendiğim kadarıyla 1-2 ay içinde buradaki yeşillik bembeyaz karlarla kaplı dağlara dönüşüp bahar gelene kadar da bu şekilde sürüyormuş... Güneşli bir yaz günü olmasına rağmen yanımıza daha kalın giyecekler almadığımız için zaman zaman üşüdüğümüzü de söyleyebilirim.

Artık Bükreş'e dönüş vakti gelmişti ve yolumuz üzerinde uğramayı planladığımız 1 durak daha vardı... Yaklaşık 1 saatlik bir yoldan sonra dağın üzerinde kocaman "Braşov" yazdığı şehre ulaştık... Burası küçük bir İtalyan kasabasını andırıyor desek yanlış olmaz... Ana caddesi, araç trafiğine kapalı şehir merkezindeki gezi yolu ve şehir meydanını çevreleyen kafeleri ile şirin bir belde...

Burada biraz dolaşıp kahve molası verdik... Meydanda, kanser tedavisi gören kızının tedavisine destek sağlamak için binlerce küçük bibloyu sergileyen babanın eserine, ayrıca kilisenin çıkışında yeni evlenen bir çifte de rastladık...



Ardından tekrar yola koyulup rehberimiz Baran'ın bize göstermek istediği şatoyu bir süre aradık, bir süre yollarda debelendikten sonra (bu aşamada yollardaki kazı çalışmasından dolayı Azeri navigatörümüz de çare olamadı:-)) şatoya sonunda ulaştık, vaktin biraz geç olması nedeniyle şatoyu gezme şansımız olmadığı için panoramik görüntülerden aldıktan sonra Bükreş'in yolunu tuttuk.

Romenler de İtalyanlar ve diğer Akdenizli insanlar gibi rahvan insanlar ve bu nedenle onlardan beklediğiniz çeviklikte davranış ve hizmet beklememeniz gerekir... Gittiğimiz kafe ve restoranlarda bunu kolaylıkla gözlemlediğimizi söyleyebilirim, üstüne üstlük eve ulaştıktan sonra yemek yapmaya vakit olmaması nedeniyle Romanya'da yerleşik bir İtalyan ailesinin işlettiği Pizza restoranına paket siparişi vermişseniz vay halinize... Evsahibemiz Zeynep'in misafirleri olduğu gerekçesiyle hızlı servis talep ettiği Romanya'da yerleşik İtalyan Pizzacı 2 saate yakın bir sürede siparişleri ulaştırınca akşam yemeğimizin sahur yemeğine dönüşmesinden kurtulduk...

Ertesi gün uçağımız erken kalkacağı için odalarımıza çekildik...

Son söz


Romanya için söylenebilecek birkaç şey var. Öncelikle güzel bir ülke ve kökenleri olan "Roma"lılar gibi rahvanlar... Onlardan hızlı hizmet beklemek uygun olmayacaktır. Ülke temiz ve yeşillik içinde, havyancılık oldukça gelişmiş olduğundan başta et olmak üzere hayvancılık ürünler zengin, lezzetli ve ucuz... Bunun yanında, işgücünün gelişmiş Avrupa ülkelerine göre ucuz olması nedeniyle birçok büyük firma operasyon merkezlerini de burada konuşlandırmış durumda...

Başkent Bükreş genel olarak tarihi mirasını korumuş ve hem tarihi binalar hem de yeşil alanları ile tipik beton başkentlere benzememekte...

Ulaşım genellikle demiryolu, bu nedenle Bükreş havalimanının gelişmediğini de söyledi arkadaşım, ben de dikkatlice incelediğimde lokal uçuşların yok denecek kadar az olduğunu fark ettim.

Yine de gezilip görülesi bir yer olduğunu söyleyebilirim.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder