30 Temmuz 2011 Cumartesi

İtalya 2009 - Roma

Gece 02:00 civarında Roma'ya indik. Buradan tur rehberimiz ve otobüsümüzü bulduktan sonra rehberimizin açıklamaları ile otelimize hareket ettik.
Otel şehrin dışında tek katlı bir otel...
Rehberimiz bize sabah erken kalkıp panoramik şehir turu ile güne başlayacağımızı söyleyince biz de hemen odalarımıza çekilip yattık. Sabah erkenden kalkıp kahvaltıya gittik. Kahvaltı deyince abartmamak lazım:-) Kuruvasan ve kahve/sallama çaydan oluşan kahvaltı...

Otobüs bizi önce Vatikan St.Pietro Bazilikası'na götürdü, burada bazilikanın içini de gezme imkanı bulduk. Pazar günü olduğu için ayin vardı. Papa yazlığında olduğu için St.Pietro meydanına kurulmuş dev ekranlardan konuşma yapıyordu.

St.Pietro Bazilikası: Bramante'nin plan çizimleriyle yapımına başlanmış, Raffaello ve Michelangelo duvar süslemeleri yapmışlar. Bernini meydanın düzenlemeleri yapmış. Dünyanın en büyük ibadet yerlerinden birisi. Kubbesi Michelangelo'nun eseri. Michelangelo "Pieta"sı cam bölmede sergileniyor. Diğer tüm orijinal eserler Vatikan Müzesi'ne taşınmış.



Bazilikaya giriş ücretsiz, bazı günler kalabalık, sıra olabiliyor. Girişte omuzları açık bırakmayacak üst ve dize kadar inen alt kıyafetlerle girebiliyorsunuz. Meydanda büfeler ve hediyelik eşya satan dükkanlar var, ancak diğer yerlere göre oldukça pahalı. Bir küçük şişe su 2 Euro. Tavsiyemiz bir marketten alacağınız suyu boşaldıkça sokaklarda rastladığınız çeşmelerden doldurmanız:-)


St.Pietro meydanı sonrası otobüsle Yarış Alanı, Colosseum ve Venedik Meydanı'nı geçtikten sonra Trivian Çeşmesi'ne ulaştık.

Trivian Çeşmesi: Türkler tarafından aşk çeşmesi olarak bilinse de Trivian adlı bir kızın dönemin hükümdarına su kaynağını gösterdiği yer olması nedeniyle bu isim konmuş. Buradaki havuza para atmak adetten. Para atmanın da bir ritüeli var: Sağ elinizdeki parayı havuza sırtınız dönük biçimde sol omzunuz üzerinden atarken dilekte bulunuyorsunuz. Bu havuza para atanlar Roma'ya tekrar gelirlermiş rivayete göre...

İspanyol Merdivenleri: Roma'nın merkezi. İspanyolların hac için Roma'ya giriş yaptıkları yer olması nedeniyle meydan bu isim verilmiş. Havuzdaki çeşmeden suyunuzu doldurabileceğinizi bilmem söylememe gerek var mı?
Merdivenlere oturup gelen geçeni izleyerek dinlenebilirsiniz.



Novona Meydanı: Eski yarış pistiymiş burası, Berninin yaptığı ünlü çeşme de buradadır. "Melekler ve Şeytanlar" filmini seyretmiş olanlar için de ilgi çekici, bu filmin önemli sahnelerinden biri Bernini'nin yapmış olduğu havuzda çekilmiş.

Meydanda restoran ve kafeler pahalı, ara sokaklara girince daha ucuza turist menüleri sunan yerler bulabiliyorsunuz.
Novona Meydanı Ortaköy gibi. Ortada kalan alan içinde sokak ressamları, çalgıcıları performans yapıyorlar.


Panteon Meydanı: Meydan adını Panteon adlı eski pagan eserinden alıyor, Panteon sonradan kiliseye çevrilmiş.
Gece gezimizi tamamladıktan sonra otelimize döndük.

2.Gün
Champino'daki otelimizden tren istasyonuna otelin servisi ile ulaştık. Bilet gişeleri sürekli açık olmayabiliyor, örneğin biz tam bilet almak üzereyken biletçi 30 dakika mola aldığını belirten bir yazı asıp çekti gitti... Ancak istasyonlarda bilet otomatlarından bilet almak mümkün. Biz de ingilizce menüsü olmayan otomattan biraz uğraştıktan sonra biletlerimizi alıp Roma'nın ana tren istasyonuna (Termini) yola çıktık. Buradan şehrin tüm yönlerine metro bulunuyor. Termini istasyonunda inip maceralı bir şekilde metro bileti aldık. Metro bileti sadece 75 dakika geçerli. Metro ile Octaviano durağında inip buradan kısa bir yürüyüşle Vatikan Müzesi'ne ulaştık.

Önemli not: Müzeye girişte uzun kuyruk oluyor. Eğer imkanınız varsa 4 euro gibi ek ücret ödeyerek önceden rezervasyon ile kuyruk beklemeden girebiliyorsunuz. Biz yaklaşık 30-40 dakika kuyrukta bekledikten sonra müze girişine vardık. Kısa kollu ve askılı elbiseler müzeye girişte sorun yaratıyor.
Bu müze, Roma'nın en önemli ve çok gezilen müzesi. Önemi, Sistine Şapelinin bu müze içinde yer alıyor olmasından da kaynaklanıyor. Sistine şapelinin içinde Michelangelo'nun en önemli şaheseri tavan freskleri hala muhteşem canlılıkta görülüyor. Müzeye girişten itibaren oklar hep Sistine Şapeli'ni işaret ediyor. İnsan kısa sürede buraya ulaşılmak üzere olduğunu düşünüyor, ama aslında bunun küçük bir hile olduğunu anlıyorsunuz.
Müzeye giriş 14 Euro, müze ne kadar büyük olabilir ki dememek lazım. İlerledikçe muazzam bir alan içinde olduğumuzu anladık. Antik Roma'dan günümüze kadar paha biçilmez eserler görüp dehşete düştük. Neyin fotoğrafını çekeceğimizi şaşırdık. Sistine şapeli oklarla gösterilmiş, ancak sanırım en son bölümdü. Yaklaşık 2-3 saatlik hızlı bir tur sonunda şapele ulaştık. Şapel içindeki kalabalığı anlatmak imkansız. Resmen belediye otobüsünün içi gibiydi. Tavanı izlemek için kafayı kaldırmak çok zor oluyordu. Bir de sinirli İtalyan müze görevlisinin durmadan "şşşş, be quiet, no photo!" diye bağırmaları orada bulunmanın heyecanını gölgeledi. Yine de dayanabildiğimiz kadar freskleri inceledik.

Müzenin bitiminde çeşmesinden su içilebilen yerlere serilip dinlenilebilen bir terasa çıktık, bir müddet dinlendikten sonra müzenin fazla pahalı olmayan kafeteryasında öğle yemeği yedik.
Müzede toplam 2 saatten uzun süren hızlı bir tur attık. Normal şartlarda adam akıllı inceleyerek gezmek en az 1 günü alır.
Ama yine de çok görmeyi istediğimiz diğer önemli müze olan Venedik Meydanı'ndaki Capitol Müzesine vakit kalmadı. Çünkü son giriş saati 16:00'dı ve saat 15:00 olmuştu bile...

Colosseum: Biz de metro ile meşhur Gladyatör dövüşlerinin yapıldığı Colosseum arenasına gitmeye karar verdik. Burada da Vatikan müzesi kadar olmasa da hatırı sayılır bir kuyrukta bekledikten sonra 12 Euro bilet ücreti ödeyerek giriş yaptık. Açıkçası bu fiyata burası için pahalı... Etkileyici bir yer, ancak MS.2.yy.da büyük depremle oldukça büyük hasar görmüş ve dış cephedeki mermer kaplama ve heykeller sökülmüş. Yine de çok estetik ve etkileyici... Anlatırken koca günde 2 yer mi gördünüz demeyin:-) Bu koca gün bu geziler sırasında toplansa 1 saat bile dinlenemedik. Sürekli ayakta, yürüyerek ya da metro merdivenlerini arşınladık.

Venedik Meydanı: Colosseum'dan sonra yürüyerek Venedik Meydanı'na geldik. Muhteşem anıtı incelemek için biraz soluklandık. Roma'da yayalara müthiş bir saygı var. Neredeyse hiç trafik ışığı yok ve üç yaya bile geçiyor olsa trafik duruyor ve yayalara mutlaka geçiş önceliği veriliyor. Bu istisnasız tüm sokak ve caddeler için geçerli.
Venedik Meydanı'nı arkamıza alıp karşısındaki caddeden Trevi çeşmesi bölgesine doğru yürüdük. Bu caddeye şakayla karışık Bankalar Caddesi adını verdik, çünkü pek çok farklı banka muhteşem tarihi eser binalarla yanyana konumlanmıştı. Pek çok marka mağaza da bu caddede.. Ancak hiç de ucuz değil, alışveriş yapmanızı tavsiye etmeyiz. Caddeyi kesen sokaklar Trevi Çeşmesi'nin olduğu küçük meydana çıkıyor. Çeşmenin bulunduğu küçük alan günün her saati kalabalık. İnsanlar çeşmeye para atıyor, fotoğraf çektiriyor, hemen çaprazdaki kilisede ibadet ediyor. Bu meydan her gelişimizde köşedeki dondurmacıdan 2 Euro'ya devasa Roma dondurması yedik ve Roma dondurmasının neden meşhur olduğunu anladık. Yalnız dondurmayı külahta almışsanız çabuk ve dikkatli yiyin, hemen eriyip damlamaya başlıyor.
Meydanın çevresindeki ara sokaklarda küçük küçük restoran ve kafeler var.
Biz 2 gün üstüste makul turist menüsü olan aynı restoranı bulmayı başardık. Makarna+su+espresso 10 Euro olan menüden aldık. 1 şişe de kırmızı şarap denemeye karar verdik. Bu restoran o kadar küçük ki bir zaman sonra ayakta yer bekleyenler yüzünden kovmayla karışık hesap siz istemeden geliyor. Kovulmak keyfimizi bozmadı:-) Hesabı ödeyip İspanyol Meydanı'na gittik. Orası da Trevi çeşmesinde olduğu gibi oldukça kalabalık bir meydan. Merdivenlerin olduğu bölüme müzik sistemi kurulmuştu, dinleti yapılacaktı. Ancak saat 22:15'ti ve dinlemek için kalsak otele giden son trene yetişemeyecektik. Bu yüzden aklımız meydanda ve konserde istemeyerek de olsa dönüş yoluna koyulduk. Cem 2 büyük şişe İtalyan birasını odada içmek üzere çantaya attı.

Böylece yorgunluktan ölmüş halde serildiğimiz yataklarımızda çok muhteşem güzellikler ve anılarla gezimizin Roma bölümünü kapattık.
Bijen

İtalya 2009

Eşimle beraber bir yurtdışı turuna çıkmaya karar verdikten sonra "nereye" konusu üzerinde düşündük. Aday yerler arasında önce Avrupa demiştik, ama neresi? Budapeşte'yi ben gördüğüm, Paris'i de eşim gördüğü için bu 2 ihtimali ortadan kaldırınca ikimizin de öncelikle görmek istediği İspanya, İtalya ve Yunan adaları içinden seçim yapmamız gerekti. Tur acentamızın da önerisiyle İtalya'ya gitmeye karar verdik. Bu seçimde İtalya'daki sanat eserleri ve müzeler bizim için seçim nedeni oldu diyebilirim.

Roma-Floransa-Venedik'ten oluşan bir haftalık tur için vize işlemlerimizi tur acentesi halletti. Tur ile gitmeyi seçmemizin nedeni uçak, İtalya içi transfer ve otel rezervasyonunun daha ucuz olması yanında bu işlerin organizasyonu ile bireysel olarak uğraşmama olarak belirtebilirim.

Tur ile gitmenin

Avantajları: Paket halinde verilen hizmetler (uçak, otel, ülke içi transfer) ucuza geliyor ve siz bu organizasyonlar için ekstra efor sarfetmiyorsunuz. Bunun yanında ulaşılan şehirde kısa bir panoramik tur ile rehberler tarafından yapılan bilgilendirme de faydalı oluyor. Biz tercih etmememize rağmen yakın yerlere yapılan ekstra turlar ile daha fazla yer görebilme şansınız da oluyor, ama bu turlar zorunlu değil.

Dezavantajları: Kalınan oteller genelde şehir dışında oluyor, eğer ekstra turlara katılmayıp kendi imkanlarınızla program oluşturuyorsanız şehre ulaşmak için tren/metro gibi toplu taşıma araçlarını kullanmanız gerekiyor. Ayrıca tur programında esneklik olmadığı için çok beğendiğiniz yerde 1 gün daha kalma lüksünüz olamıyor.

Tur sonrası ise önerim genellikle Roma-Floransa-Venedik'ten oluşan turlarda bir şehirde 3 gün, diğerlerinde ise 2 gün geçiriyorsunuz; 3 günlük kısmı tarihi eser ve müzeleri gezebilmek için Roma'ya veren turları seçmekte fayda var. Venedik ve Floransa için 2'şer günün yeterli olduğu düşüncesindeyim.

Tur Hazırlıkları:

Yola çıkmadan önce eşimle beraber tur programını ve kalacağımız şehirlerde görmek istediğimiz yerleri belirledik, daha sonra bu yerlerden olmazsa olmaz olan yerleri belirledik (örneğin Roma'da Vatikan Müzesi, Floransa'da Uffizi ve Akademi Müzeleri gibi...)

Eğer yaz aylarında (Temmuz-Ağustos) tura çıkacaksanız yanınıza rahat kıyafetler almanızı öneririm. Çok yürüyeceğiniz için spor ayakkabıları veya rahat ortopedik sandaletleri tercih edebilirsiniz. Dini yerleri ziyaret etmeyi planlıyorsanız hanımlar omuzları örtecek kısa kollu kıyafetler ve dize kadar inen uzun şort, etek veya pantolon tercih etmeli, yoksa girişte sorun yaşıyorsunuz.

İtalya'da İngilizce bilene çok rastlanmıyor ya da konuşmayı tercih etmiyorlar, ancak birkaç kelime İtalyanca öğrenirseniz sıcak ilişkiler kurabiliyorsunuz, garsonlar hariç:-) Garsonlar genellikle kaba davranıyorlar, kültablası istediğinizde kültablasını masanıza uzaktan fırlatan bir garsona rastlarsanız şaşırmayın...

Yeme içme:

Genellikle şehrin merkezi cadde ve meydanlarındaki restoranlar pahalı, ancak arka sokaklara girerseniz doyurucu ve ucuz turist menüleri sunan yerler bulmanız mümkün. Pizza, lazanya, spagetti ve rizotto yemeden, özellikle Floransa'da şarap içmeden dönmemenizi tavsiye ederim.

Su içmek için para harcamayın, İtalya'da sokaklardaki çeşmelerin suyu içilebiliyor; yanınızda götüreceğiniz pet şişeyi veya termosu boşaldıkça çeşmelerden doldurup içebilirsiniz.

Ulaşım ve trafik:

İtalya'da ulaşım kolay. Şehirler arası ulaşım için trenler ve hızlı trenler yaygın. Şehir içinde ise metro tercih edilebilir.

Trafik genellikle rahat, yayaların trafikte önceliği var. Kaldırımdan yola adımızı attığınızda araçlar size yol veriyor. Bu rahatlığa Türkiye'den gidince alışmak ilk gün zor oldu, ancak dönüşte bu alışkanlığı Türkiye'ye taşımamak gerekiyor:-)

Kısa Bilgiler:

Bazilika: Ülkenin dini liderinin makamı olan büyük kilise.
Katedral: Şehrin dini liderinin makamı olan büyük kilise.
Şapel: Küçük kilise/dua odası
Piazza: Meydan
Termini: Büyük Tren İstasyonu


Yazımızın bundan sonraki yayınlarında İtalya günlüklerimizi bulacaksınız.

26 Temmuz 2011 Salı

Başlarken: Neden gezgin devekuşu?


Yurtdışında gezilere çıkarken hem gezdiğimiz gördüğümüz yerleri unutmamak, hem de bizden sonra gezmeyi düşünenlere faydalı olabilecek bilgiler verebilmek amacıyla gezi notlarımızı yazmaya karar verdik.

2009 yazında İtalya'ya giderken bu kararı almış ve kapağında devekuşu olan bir defterde notlarımızı tutmaya başlamıştık. Bu nedenle sevgili eşim blogumuzun adını buldu: "Gezgin Devekuşu".

Yazılarımızda gezdiğimiz yerleri kısaca anlatıp buralarda nelere dikkat edilmeli, nereler gezilebilir gibi bilgilere yer vermeye çalışacağız.

İtalya 2009 ve Yunan Adaları 2011 gezilerimiz için bizden ayrılmayın...

Cem Danyal Arslan - Bijen Arslan - Ece Deniz Arslan