28 Ağustos 2014 Perşembe

Makedonya - Kosova - Yunanistan Gezisi 30 Nisan - 4 Mayıs 2014

Makedonya - Kosova - Yunanistan

Açıkçası bu geziye çıkarken endişelenmedim değil, bir kez eşimin de dahil olduğu öğretmen grubu vardı ve 4 güne 3 ülke sığar mıydı, emin değildim? Makedonya ve Kosova gibi 2 ülkeyi tekrar görebilme şansımın olamayacağını düşünerek ben de eşimin okulunun düzenlediği geziye katılmaya karar verdim, ama pişman oldum... Endişelerimde haklıymışım, 4 günde 3 ülkeyi gezmek hem hayal hem de zormuş...

Normal şartlar altında tüm turlar bu sürede ancak Makedonya ve Yunanistan'ı gezdirebiliyorken, araya Kosova'yı sıkıştırmak tüm programları altüst edebiliyormuş...

1. Gün (ya da akşam)

Manastır Askeri Lisesi - Manastır/Bittola
Bir tur klasiği olarak Kadıköy evlenme dairesi önünde geziye katılacak grubun toparlanması ve otobüsün gelmesiyle maceramız başladı, biz daha önceden Selanik-Kavala-Gümülcine turuna katılmış olduğumuzdan şerbetliydik ve olası gecikmeler bizi şaşırtmadı. 30 Nisan akşamının 3 günlük tatil öncesi olması nedeniyle köprü trafiğine etkisini bile öngörmüştük... Tur ahalisinin yerleşmesi sonrası öğretmen kısmının muhabbetini bildiğimden kızımdan ödünç aldığım MP3 oynatıcı imdadıma yetişti ve kendimi müzik ve yanımda getirdiğim dergi ve kitaplara gömdüm...

Manastır-Bittola
Bildik yoldan İpsala'ya ulaştık ve sorunsuz bir şekilde Yunanistan sınırını geçtik, sonrasında da bildiğimiz yol olduğu için uykuya daldık....

Sabah kendimizi Yunanistan'ın Batı kısmında bulduk, otobüsümüz otobandan ayrılmış Makedonya'yı işaret eden yollarda ilerliyordu, bu sınır hattının yoğun olmamasından dolayı yollar dar olsa da sıkıntı yaşamadan Makedonya sınırına ulaştık.
Bu arada sınırları anlatmadan geçemeyeceğim, kimi zaman görevliler pasaportları toplayıp getirin diyor ve geç getirirlerse tur operatörlerine fırça kayıyor, kimi zaman da pasaportları otobüsten biz tek tek toplayacağız diyor. Tur operatörleri bu nedenle her sınır geçişi öncesi pasaportlarımızı toplayıp kendileri almasın diye dua ediyorlardı, eğer kendileri toplayacak olursa tur operatörü pasaportlarımızı bizlere geri dağıtırken görevliler de pasaportlarımızı topluyordu, 4 gün içinde 12 kez sınır geçince ambale oluyorsunuz.
Buradan da sorunsuz bir şekilde geçtikten sonra ilk durağımız olan Manastır (Bittola)'a vardık.

Manastır-Bittola
Gece yağmur yağdığından ve gittiğimiz zaman çiselemeye devam ettiğinde yağmurluklarımızı yanımızda getirdiğimize şükrettik. Önce küçük bir otelde (Türkiye'de olsa pansiyon) kahvaltımızı yapmaya çalıştık... Çalıştık, çünkü hem otelde kalan misafirler hem de bir otobüs dolusu misafire hizmet etmeye alışık olmayan personel önce afalladı... Hizmette ciddi aksaklıklar yaşandı. Demlenmiş çay umudumuzu bir önceki Yunanistan gezimizden kaybetmiş olduğumuzdan yanımızda getirdiğimiz poşet çayları kullanmaya niyetliydik, ancak İngilizce bilmeyen personele "sadece sıcak su" ihtiyacımızı anlatmakta ciddi sıkıntı yaşadık...

Kahvaltı faslını atlattıktan sonra kendimizi şehrin meydanına attık... Meydandaki parkta gezdikten ve rehberimizden şehir ve tarihçesi hakkında bilgi aldıktan sonra ikinci durağımız olan Atatürk'ün de okuduğu Askeri Liseye giderken Atamızın gençlik aşkının yaşadığı evin önünden de geçtik...

Askeri okul artık bir müzeye dönüşmüş; bir kısmı Atatürk ile ilgili bölümden oluşurken diğer kısmında Makedonya'dan çıkarılan arkeolojik müze olarak kullanılıyor...

Buradan çıktıktan sonra otobüse atlayıp bu geceyi geçireceğimiz Ohrid kentine doğru yola çıkıyoruz. Makedonya yemyeşil bir ülke, yol boyunca dağları ormanlarla kaplı, ovaları ekili sulak arazilerden oluştuğunu fark ediyoruz... Yol üzerinde öğretmenlerin ısrarlarına dayanamayan tur liderimiz bir bahçeye çekip topladığı elmaları yolculara ikram ediyor...

Gece uykusuz kalmış olmanın da etkisiyle pilimiz bitmiş bir şekilde Ohrid kentine ve Ohrid gölüne ulaşmışken okul müdürü aniden programda bir değişiklik yaparak Ohrid kent merkezi gezisi yerine daracık yollardan geçen bir rotayı izleyerek Ohrid gölünün beslendiği kaynağa götürüyor bizi... Açıkçası yolun sonunda otobüs şoförünün jest ve mimiklerinden okul müdürü hakkındaki düşüncelerini anlamak zor değilken, kendisi bununla da yetinmeyip, zaten 10 saatin üzerinde direksiyon sallamıştı, yüksek sesle de dile getirdiğinde kimse ses çıkartamadı...

Ancak bu beklenmeyen program değişikliğinin bizim tüm gezimizi kökten etkileyeceğinin kimse henüz farkında değildi...

Göl kenarında biraz karnımızı doyurup tur attıktan sonra aynı virajlı ve dar yolu aşarak şehir merkezindeki otelimize döndük.... En azından bu güzeldi, otel Ohrid gölü kıyısında güzel manzaraya sahipti... Programda var olan kent merkezini ziyaret için geç olduğundan herkes yemek öncesi dinlenmeye çekildi...

Ohrid Gölü
Akşam yemeğini otelin restoranında yedik, biz yemeğin yanında ne içelim diye düşünürken garsona "mastika" olup olmadığını sorduk, o da şaşkınlıkla bardan bulduğu mastikalarımızı sevinçle getirdi... Yemek sonrası Makedonya'nın lokal biralarından içip ertesi gün zorlu geçeceğini beklediğimiz turun devamını düşünerek odalarımıza çekildik.

2. Gün Ohrid, Tetova ve Üsküp

Ohrid Gölü
Ertesi sabah beklediğimiz gibi demli çaydan yoksun kahvaltımızı yaptık, neyse ki yanımızda damak tadımıza biraz yakın olan Earl Grey sallama çaylarımız imdadımıza yetişti. Kahvaltı sonrası otelin iskelesinden gölün muhteşem manzarasını izleme ve fotoğraf çekme imkanı bulduk. Göl ve çevresi çok güzel bir manzaraya sahipti... Ohrid Gölü Arnavutluk ve Makedonya sınırında tertemiz berrak sulara ve krater göl kenarındaki tepelerde yemyeşil çevresi ile muhteşem bir mekan...

Ohrid Gölü
Kahvaltı sonrası şehir merkezine gidiyoruz ve rehberimiz eşliğinde kısa bir tur attıktan sonra serbest zamana geçiyoruz. Biz Zülfü hocam ile kadın öğretmenleri alışveriş ile başbaşa bırakarak bir kafeye attık kendimizi. Kafe göl kenarındaki limana nazırdı, burada keyifle dinlendikten sonra toplanma noktasına geçtik.


Ohrid
Ohrid
Bundan sonraki yolumuz biraz zorluydu. Önce Ohrid Gölü çevresinden dolaşıp bir krateri dolduran gölün taşarak sularını başka bir nehre döktüğü noktada mola verdik.


Tetova
1-2 saatlik yolculuktan sonra Tetova'ya ulaşıyoruz. Tetova'da dış kısmı Türkiye'de alışık olmadığımız desenlerle süslü bir camide mola verdikten sonra Tetova'daki Alevi tekkesini ziyaret ettik. Tekkeye girdiğimizde türbelerden sonra ana bina girişindeki bayraklar dikkatimizi çekiyor. Daha önce burayı ziyaret etmiş bir turdaş bu bayrakları soruyor ve önceki gelişinde Türk bayrağının bulunmadığını sorduğunda tekkede bulunan Türkçe bilen bir kişi öncelikle Arnavutluğun ve ABD'nin desteği olmasa kendilerinin Sırplar tarafından katledilmiş olacağını söylüyor, onlara hürmeten ABD ve Arnavutluk bayrağının çekildiğini, birçok ülkenin Yunanistan'ın muhalefeti ile Makedonya Cumhuriyetini tanımadığını, Türkiye'nin, her ne kadar savaş zamanı destek vermemiş olsa da, sonradan cumhuriyeti tanımış olmasına binaen Türk bayrağını da astıklarını anlattı. Buralarda açıkçası Makedonya'da yaşayan Müslümanlarda Türkiye'ye karşı bir kırgınlık hakim...

Bir diğer nokta ise yol boyunca geçtiğimiz köylerde asılı bayraklardı, özellikle Müslüman Arnavutların yoğun olduğu köylerde hemen her evde Arnavutluk bayrakları asılıydı. Ne olursa olsun bu ülkede yeşil en hakim renkti; ovalarındaki ekilen araziler ve dağlarda ağaçlarla tam bir bereket ülkesi...

Ohrid Kale
Vaktimizin de daralmasıyla Üsküp'e doğru yola çıktık. 1-2 saatlik bir yoldan sonra kendimizi Üsküp kalesinde bulduk. Şehre nazır kalede manzara fotoğrafları çektikten sonra, ki tepeden şehrin çoktan modern dünyanın kozmopolit mimarisine yenik düştüğünü görmek mümkündü, şehir merkezinde binaların arasında kalmış Osmanlıdan kalma tarihi çarşıyı geçerek modern binaların arasında hapsolmuş şehrin simgesi Osmanlı köprüsüne ulaştık...

Üsküp - Skopje Kale
Üsküp Makedonya'nın başkenti olmakla beraber tarihi özelliklerini kaybetmiş bir şehir görüntüsündeydi. Şehir diğer Makedonya şehirlerinin aksine daha pahalıydı. Biraz geç vakitte şehre ulaştığımız için merkezde fazla vakit kaybetmeden şehrin en lüks! otellerinden Continental Otel'de konaklamak üzere yola çıktık.

Üsküp - Skopje
Osmanlı Köprüsü
Üsküp Continental Otel personeli dahil 80'li yıllarda zamanı durdurmuş bir otel görüntüsündeydi. Bıyıklı garsonları ve otel içindeki eski tarzdaki odalarıyla bizi çocukluğumuza geri götürdü... Garsonların ağır servisinin de etkisiyle önümüzde ne bulduysak yiyerek karnımızı doyurabildik ve otelin barı yakınındaki açık mekanda hem bira hem de sigara içebileceğimiz bir yer bulabildik. Barmaid bira siparişi verirken yerel bira içmek istediğimizi söyleyince çok mutlu oldu... Biraz keyif yaptıktan sonra ertesi gün geçeceğimiz zorlu parkuru düşünerek gecikmeden odalarımıza çekildik.

3. Gün Kosova (Priştina ve Prizren)

Priştine
Aslında harita üzerinde yolu görünce ayaklarımız geri gitmesine rağmen programda bir miktar gecikmiş olsak da merak ettiğim Priştina'ya gidecektik, sabah erkenden hazır olmamıza rağmen tur arkadaşlarımızın toparlanması zaman aldığından planlanandan geç bir zamanda yola çıkabildik. Dağlık bir yolda Kosova sınırına orman manzarası içinde gittik. Dağ yolundaki sınıra ulaştığımızda önemli bir sorunla karşılaştık, daha önce tur kapsamına alınmadığı için oradaki kurallardan bihaber tur operatörümüz otobüsün sigortası Kosova'da geçerli olmadığı için sınırı geçemeyeceğimizi söyledi. Biz de tur programı aksadığı için daha fazla vakit kaybetmemek uğruna vazgeçmeyi umarken, tura katılan birkaç kişinin itirazı neticesinde tur operatörünün sigorta ücretlerini ödemesiyle sınırı geçmeyi başardık. Aslen sorun şuymuş, Kosova halen Sırp tehdidi altında olduğundan ve ülkeyi ziyaret edenlerin ruh ve beden sağlıklarını ülke olarak garanti edemediğinden ve diğer ülkelerdeki sigorta kapsamı bu riski kabul etmediğinden böyle bir yönteme başvurdukları söyleniyor...

Sınırı geçtikten sonra yaklaşık 2 saatlik yolculuktan sonra Priştina'ya varıyoruz, önce modern cadde ve sokaklardan geçip sonra Müslüman mahallesine varıyoruz, açıkçası buraları görünce moralim bozuluyor. Arkadaşlarımdan duyduğum Priştina'dan çok farklı bir şehirdeyiz.. Öyle ki, tüm seyahatimiz boyunca güvenle yaya geçitlerinde kendimizi yaya olarak yola atarken, bu mahallede araçlar zorunlu olarak dursa bile, karşıdan karşıya geçişi ağırdan alsanız korna ile taciz ediyorlar, sanırım bu trafik kuralları çerçevesinde ellerinden ancak bu geliyor, Türkiye'de olsalar gözümüzün yaşına bakmadan ezer geçerlerdi...

Priştina'da bir markete gidip, otobüste kullanmak üzere su ve erzak alırken sigara fiyatlarının ucuzluğu dikkatimi çekince, birkaç paket de sigara almadan edemiyorum. Kosova'da Euro her yerde geçerli... Ama kredi kartı ile alışveriş çok kısıtlı...

Buradan Sultan II. Murat'ın türbesini görmek üzere otobüsle hareket ediyoruz, ancak 1-2 saatlik yol bulma arayışı sonunda, bir öğretmen arkadaşın "ulan, babanızın mezarı olsa bu kadar aramazdınız" serzenişi dilimize tercüman olunca vazgeçip Kosova'daki ikinci durağımız Prizren'e yol alıyoruz....
Aslında planda Tetova'dan Prizren'e doğrudan geçmek varken aradaki dağ yolunun çok kötü olduğu söylenince rotanın değiştiğini öğreniyoruz. Siz siz olun daha önce gideceğiniz rotayı bilmeyen bir turla yola çıkmayın...

Prizren Kosova'nın Müslüman yoğunluklu büyük şehirlerinden biri, ancak bize kasabadan hallice görünüyor... Burada turun gezi planına katılmayıp nehir kıyısında bir kafede kafa dinlemeyi tercih ediyoruz...

Sonunda toparlanıp otobüse bindiğimizde ise vakit çok geçmişti ve planda yer alan Selanik'te sirtaki gecesi eğlencesinin badem olduğunun farkına vardık... Uzuuun bir yoldan ve önce Kosova-Makedonya, sonra da Makedonya-Yunanistan sınırlarını geçerek gecenin yarısında Selanik'e varabildik. Otele ulaştığımızda saat sabahın 4:30'u olduğundan odalarımıza çekilip ertesi sabah erken kalkacak olmanın stresiyle uyumaya çalıştık. Otel odamız farkına vardığımızda devasa bir odaydı, adeta bir evin genişçe salonu gibiydi, öyle ki odamızda 2 tane çift kişilik yatak bulunuyordu, hangisinde yatacağımıza karar vermekte zorlandık...

Ertesi sabah kaldığımız otelin Selanik'in dışında sayfiye yeri sayılabilecek bir yerde olduğunu fark ederek hayıflandık... Kahvaltı sonrası eşyalarımızı tekrar otobüse götürüp son günün programına uymaya çalıştık.

Biz daha önce Selanik'i gördüğümüz için tur operatörümüzden bizi kordon boyuna yakın bir mekanda indirmesini ve serbest zaman sonrasında bizi almasını rica ettik, kırmadı sağ olsun...

Otobüsten indikten ve Kordan'a yürüyüp bir kafeye konuşlandıktan sonra eşim ve arkadaşları alışveriş için çarşı dolaşırken ben de Kordon'da kahve-metaxa keyfi yaptım, abartmıyorum, böyle yorucu bir yolculuğun en keyifli anlarıydı...

Selanik turu sonrası öğle yemeğimizi yiyip Kavala yolunu tuttuk... Kısa bir Kavala molasından sonra yolda Anastasia'dan hediyelik Kavala kurabiyelerimizi aldıktan sonra Türkiye'ye dönüş yoluna çıktık...

Son Söz

Siz siz olun profesyonel olduğundan emin olmadığınız bir şirket ile böyle bir tura kalkmayın. Tur programından aykırı hareketler sizin gecikmenize neden olacaktır.

Gezilecek yerleri tur operatörünün daha önceden gezdiğinden mutlaka emin olun.

4 günde Makedonya-Kosova-Yunanistan gezmek ya hayaldir ya da büyük bir yorgunluk; böyle bir parkur 5-6 günden önce gezilmez.

Tura katılanları seçmeniz çok mümkün olmasa da bildiğiniz bir grupla kısıtlamanızı öneririm, bizim turda, her ne kadar öğretmenler rahvan hareket etse de bir uyum sağlanabilmişti, öğretmen grubu dışında gelen bilmem ne mahallesi sevenlerden bir grup turda kavga raddesine dönüşebilecek ciddi uyumsuzluk sergilemişti...

Uçakla gezme imkanınız varsa Makedonya'ya uçakla gidin, bu kadar yol belli bir yaştan sonra çekilemeyebiliyor...



Ohrid


Ohrid Gölünün taştığı nokta



Kaleden Üsküp-Skopje

Üsküp-Skopje
Kale



Selanik Kordon Boyu

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Romanya Gezisi 2013

Romanya Ağustos 2013

Uzun zamandır Bükreş'te yaşayan dostum ve kardeşim Baran bizi evine davet eder de bir türlü fırsat bulamazdık. 2013 yılının 30 Ağustos tatili cuma gününe denk gelip de uygun uçak bileti ayarlayınca biz de ailecek Romanya'ya gitmeye karar verdik. Balkanların birçok yerini gezmiş olduğumuz için merak ettiğimiz ülkelerden biriydi Romanya, iyi ki de gitmişiz.

Yola çıkışımız ise tam bir filmdi... Akşam mesai çıkışı rahatça gidebilmek için İstanbul Atatürk Havalimanı kalkışlı 22:50 uçağından bilet almıştık ve Anadolu yakasındaki evimizden de tatil trafiğini hesaba katarak 19:15 civarında evden çıktık. Çıkmamızla trafikle ilgili haberler de ardı ardına gelmeye başladı... Önce Olimpiyat Stadındaki Beşiktaş maçından dolayı TEM'in kilit olmasını duyunca rotayı 1. köprüye çevirdik, ancak orası da kilitti, köprüyü geçince yırtarız derken E5'teki motorsiklet kazasını öğrendik... Tam köprüyü geçmiş sahil yolundan ulaşmayı planlarken E5'teki sıkışıklıktan dolayı sahil yoluna sapanların bu akın etmesi ile Romanya'ya tüm yollar kapanmıştı...

Yaklaşık 3 saat süren havalimanı yolundan sonra otoparkta elimizde bavullar ve çantalarımızla depara kalkıp check-in kuyruğuna yetiştik, öyle ki, bizi görenler havalimanında dizi film çekimi var sanırdı, ailecek havalimanı koridorlarında koşturan bir aile... Ancak bir sorun vardı, burada da kuyruk oldukça uzundu ve uçağımızın kalkmasına 40 dakika vardı. Bir miktar bakındıktan sonra kuyruğun aradan bir bilet gişesine Bükreş uçağının kapanıp kapanmadığını sordum. Gişedeki görevli henüz kapanmadığını söyledi, ancak kuyruk öyle 5-10 dakikada eriyecek gibi de değildi. Sonra görevli bana el edip gelmemi işaret etti, gittim, pasaportlarımı istedi ve biletlerimizi elimize verip doğruca uçağa gitmemizi salık verdi. Erkenden havalimanına gidip Duty Free'de tur atma ve Maximum Lounge'da dinlenme şansımız kalmamıştı, zaten uçakta ben, eşim ve kızım farklı sıralarda oturacaktık...

1 saat süren yolculuktan sonra Samsun havalimanından hallice bir havalimanına indik. Burada bavulları bir süre bekledikten sonra gümrükten geçebildik... Gece geç olmuştu, ama arkadaşım bizi çıkışta bekliyordu... Sonunda Bükreş'e varabilmiştik...

Doğruca evlerine gidip ertesi güne enerji toplayabilmek için odalarımıza geçip uykuya daldık.

1. Gün Bükreş


Ertesi gün, dostum ve kardeşimin çocuklarının cıvıltılarıyla uyandık. Evleri şehrin biraz dışında müstakil bir evdi. Hava biraz yağmurlu olmasına rağmen kahvaltı sonrası bahçede sigara molası da keyifliydi...

Kahvaltı faslı bitince maaile Bükreş'i gezmeye çıktık. Önce ana caddelerde tur attıktan sonra önemli olabilecek yerlerde kısa molalar verdik, bu arada Baran da bize ülke ve şehir hakkında bilgiler veriyordu. Romanya sosyalist rejimin yıkılması sonrası oldukça bocalamış, öncelikle kendi kendilerini yönetme alışkanlıkları olmadığından (tarihlerinde ya Avusturya, ya Rusya ya da başka birileri hüküm sürmüş) Çavuşevski dönemi sonrasında ülke boşluğa düşmüş, sonrasında Avrupa Birliği ülkeye el verince ortalık biraz düzene girmiş... Şehri gezerken eski sosyalist dönemin izlerine rastlıyorsunuz, tek tip bakımsız apartmanlar, düzenli ve geniş yollar şehri özetliyor. Çavuşevski'lerin asıldığı meydanı da geçtikten sonra uzaktan caddenin sonunda büyük bir bina gözümüze çarpıyor... Baran anlatmaya devam ediyor, bu bina dünyadaki monoblok ender inşaat eserlerinden biri ve Çavusevski'nin sonunu getiren yapı oluyor. Halktan o zamana kadar topladığı vergilerle ülkenin kalkınmasını vaad ederken bu binanın yapımı için servet dökülmesi halk açısından bardağı taşıran son damla oluyor ve dönemin sonunu getiriyor...
Ancak bina tüm heybetiyle şehrin büyük bir bölümünden görülebiliyor ve perspektif harikası; binaya yaklaştıkça bina büyümüyor, binaya giden yol boyunca binaya yaklaştığınızı hissetmiyorsunuz, sanki siz gittikçe uzaklaşıyor bina...

Sonrasında şehir gezimize devam edip merkezde gezinmeye gidiyoruz, arabayı uygun bir yerde park ettikten sonra merkezde biraz turlayıp Baran'ın tavsiye ettiği Caru Cu Bere'de öğlen yemeğine gidiyoruz. Romanya'da yeme içme Türkiye'ye kıyasla oldukça ucuz. Hayvancılık gelişmiş olduğundan özellikle et ve et mamülleri çok ucuz...  Caru Cu Bere oldukça bilindik tarihi bir mekanmış, yer bulmakta zorlansak da içeride bir masaya yerleşebiliyoruz.

Ülkenin para birimi Ley, 2 ley yaklaşık 1,3 TL civarında...

Caru cu Bere'den sonra şehir merkezinde turlamaya devam ettik, merkezdeki binaların çoğu tarihi binalar ve aslına uygun olarak korunmayı başarmış... Araç trafiğine kapalı sokaklarda kafeler ve barlar henüz kalabalıklaşmamış... Bu yüzden rahat ve keyifli bir gezi yapıyoruz...

Yine tarihi bir mekan olup otel/kafe haline getirilmiş bir mekanda Hanul Manuc'ta (Han-ül Manuk diye adlandırmayı tercih ettim) kahve molası veriyoruz, çok sakin bir yer olduğunu söyleyebilirim. Tarihi bir han, otel ve kafe haline getirilmiş, hanı odalar çevrelerken ortasında geniş bir bahçe yer alıyor. Halen otel olarak da kullanıldığını öğreniyoruz...

Mola sonrası şehir merkezindeki turumuzu sona erdirip ertesi gün yapacağımız Transilvanya yolculuğu için kendimizi eve atıyoruz.
















 2. Gün Transilvanya

Sabah erkenden kalkıp kahvaltıyı yolda yapmak üzere evden ayrıldık. Yolumuz uzundu... Meşhur "Kont Dracula" şatosunu görmeye gidecektik...

Romanya'da karayolu fena sayılmamakla beraber dağlık arazinin izin verdiği ölçüde otobanlar bulunuyor, ancak ülkede demiryolu ağının çok yaygın olması nedeniyle yerel halkın havayolu ve karayolundan ziyade demiryolunu tercih ettiğini öğreniyoruz. Bükreş'ten uzaklaşıp dağlara yaklaştıkça çevremizi yeşillik kalıyor... Baran'ın cipindeki navigasyon cihazı sayesinde yolumuzu kaybetmeden ilerliyoruz, hatta bir ara yol tarifi için farklı dil seçenekleri olduğunu keşfedip dili Azerice'ye çevirmek gibi bir muziplik yapınca yol eğlenceli bir hal aldı...

Kont Dracula Şatosu diye bilinen yer aslında tarihte Kazıklı Voyvoda'nın yaşamış olduğu şato... Uzaktan büyük bir ihtişamla arz-ı endam sergiliyor konuklara, ancak içine girince şatonun o kadar da büyük olmadığının, dar merdivenleri ve kasvetli odalarını görünce anlıyorsunuz. Şatonun güney cephesi oldukça sarp ve korunaklı, rehberimiz Baran güneyden gelen Türk saldırılarına karşı şatonun bu şekilde inşa edilmiş olduğunu aktarıyor. Bu mekanda oldukça fazla turist birikmeye başlamış olduğunu görünce önceliği şatoyu gezmeye veriyoruz. Baran'ın eşi sevgili Zeynep kızı Cemre ile şatı dışında bizi beklerken biz şatoya biletlerimizi alıp giriyoruz.

Şato çevresindeki pazarda bolca turistik hediyelik eşya almak mümkün, ancak buralar turistik olduğu için çok da ucuz sayılmaz, pazarlık yapmanızı öneririm.

Şato içinde labirent gibi geçitler ve merdivenlerde dolanıp kah Voyvoda'nın işkence aletlerini kah zırhları ve silahlarını görmeniz mümkün. Şatonun bahçesindeki havuzda ise nilüferler ayrı bir güzellik...















Şato gezisi sonrası hediyelik eşya turunu tamamladıktan sonra acıkmıştık. Rehberimiz bizi yörenin manzarasını da görebileceğimiz bir restorana götürdü. Mekan dört dörtlüktü, şato manzarası yanında Transilvanya Alplerinin yeşil kaplı dağlarına nazır yemeğimizi yeme şans bulduk. Öğrendiğim kadarıyla 1-2 ay içinde buradaki yeşillik bembeyaz karlarla kaplı dağlara dönüşüp bahar gelene kadar da bu şekilde sürüyormuş... Güneşli bir yaz günü olmasına rağmen yanımıza daha kalın giyecekler almadığımız için zaman zaman üşüdüğümüzü de söyleyebilirim.

Artık Bükreş'e dönüş vakti gelmişti ve yolumuz üzerinde uğramayı planladığımız 1 durak daha vardı... Yaklaşık 1 saatlik bir yoldan sonra dağın üzerinde kocaman "Braşov" yazdığı şehre ulaştık... Burası küçük bir İtalyan kasabasını andırıyor desek yanlış olmaz... Ana caddesi, araç trafiğine kapalı şehir merkezindeki gezi yolu ve şehir meydanını çevreleyen kafeleri ile şirin bir belde...

Burada biraz dolaşıp kahve molası verdik... Meydanda, kanser tedavisi gören kızının tedavisine destek sağlamak için binlerce küçük bibloyu sergileyen babanın eserine, ayrıca kilisenin çıkışında yeni evlenen bir çifte de rastladık...



Ardından tekrar yola koyulup rehberimiz Baran'ın bize göstermek istediği şatoyu bir süre aradık, bir süre yollarda debelendikten sonra (bu aşamada yollardaki kazı çalışmasından dolayı Azeri navigatörümüz de çare olamadı:-)) şatoya sonunda ulaştık, vaktin biraz geç olması nedeniyle şatoyu gezme şansımız olmadığı için panoramik görüntülerden aldıktan sonra Bükreş'in yolunu tuttuk.

Romenler de İtalyanlar ve diğer Akdenizli insanlar gibi rahvan insanlar ve bu nedenle onlardan beklediğiniz çeviklikte davranış ve hizmet beklememeniz gerekir... Gittiğimiz kafe ve restoranlarda bunu kolaylıkla gözlemlediğimizi söyleyebilirim, üstüne üstlük eve ulaştıktan sonra yemek yapmaya vakit olmaması nedeniyle Romanya'da yerleşik bir İtalyan ailesinin işlettiği Pizza restoranına paket siparişi vermişseniz vay halinize... Evsahibemiz Zeynep'in misafirleri olduğu gerekçesiyle hızlı servis talep ettiği Romanya'da yerleşik İtalyan Pizzacı 2 saate yakın bir sürede siparişleri ulaştırınca akşam yemeğimizin sahur yemeğine dönüşmesinden kurtulduk...

Ertesi gün uçağımız erken kalkacağı için odalarımıza çekildik...

Son söz


Romanya için söylenebilecek birkaç şey var. Öncelikle güzel bir ülke ve kökenleri olan "Roma"lılar gibi rahvanlar... Onlardan hızlı hizmet beklemek uygun olmayacaktır. Ülke temiz ve yeşillik içinde, havyancılık oldukça gelişmiş olduğundan başta et olmak üzere hayvancılık ürünler zengin, lezzetli ve ucuz... Bunun yanında, işgücünün gelişmiş Avrupa ülkelerine göre ucuz olması nedeniyle birçok büyük firma operasyon merkezlerini de burada konuşlandırmış durumda...

Başkent Bükreş genel olarak tarihi mirasını korumuş ve hem tarihi binalar hem de yeşil alanları ile tipik beton başkentlere benzememekte...

Ulaşım genellikle demiryolu, bu nedenle Bükreş havalimanının gelişmediğini de söyledi arkadaşım, ben de dikkatlice incelediğimde lokal uçuşların yok denecek kadar az olduğunu fark ettim.

Yine de gezilip görülesi bir yer olduğunu söyleyebilirim.