20 Ağustos 2013 Salı

Malaga - İspanya Ocak 2013

Hiç hesapta yokken Malaga'yı da görme şansına eriştim.


Malaga
Desteklediğim Anadolu Efes basketbol takımının kombine biletim ve fan kartım olması sebebiyle bir gün beni kulüpten arayıp deplasmandaki Caja Laboral maçına gitmeye hak kazanan şanslı seyirci olduğumu, şengen vizemin olup olmadığını sormuşlardı, yeşil pasaportumun olduğunu duyunca da programı iletmişlerdi, ancak gezinin olduğu tarihlerde iptal edemeyeceğim bir sunum yapmam ve önemli bir toplantıya katılmam gerektiğinden üzülerek gidemeyeceğimi söylemiştim.

Malaga Merkez
Şansımı kaybettiğime üzülürken ocak ayı sonlarına doğru tekrar aradılar ve bu sefer Unicaja Malaga maçına gelip gelemeyeceğimi sormuşlardı. Bu tarih iş açısından uygun görünüyordu, ancak bir sorun vardı, ailemle beraber 2 günlük Samsun'a aile ziyaretine gitmek için uçak biletlerimizi almıştık...

Önce eşimle görüşüp tekrar davet aldığımı söyledim, eşim biraz düşündükten sonra bir daha böyle bir fırsatı bulamayabileceğimi söyleyip Samsun'a bensiz gidebileceklerini söyledi, sonra da müdürümle görüşüp işyerinden izin işini hallettim.

Açıkçası heyecanlıydım, çünkü ilk kez takımla beraber seyahat edip deplasmanda maç izleyebilecektim.

Malaga Katedrali
Yolculuk günü Freebird Airlines ile uçmak üzere Atatürk Havalimanına gidip Efestur'dan Mehmet Ali'yi buldum. Bilet işlemlerimizi hallettikten sonra uçağı beklemeye koyulduk. Uçakta benim gibi talihli 3 kişi daha vardı, bunun yanında cebinden ödeyerek gelen 12 de seyirci, basın mensupları, oyuncular ve teknik ekiple beraber 180 kişilik uçakta 60 yolcuyla seyahatimiz başladı.

Malaga'da Efesliler
Dörtbuçuk saatlik bir uçuştan sonra havaalanına indik. Malaga tepeden gözüme küçük görünmüştü, gitmeden önce okuduğumda İspanya'nın güneyinde Cebelitarık Boğazı yakınında Malaga eyaletinin başkenti, nufüsu 500 bin civarında olduğunu öğrenmiştim. Dolayısıyla havaalanı yoğun değildi.

Açıkçası Ocak ayında havanın sıcak olacağını düşünerek palto yerine mont almıştım, ama ona da gerek olmayacağını düşünmemiştim, hatta kazağa bile... Zaten dönüşte Oktay Hoca buraya Nisan ayında gelmek gerektiğini, daha geç olursa sıcaktan durulamayacağını söyledi.

Havaalanından biz seyirciler, basın mensupları ve uçağın mürettebatı kalacağımız otele gitmek üzere takımdan ayrıldık.

Malaga Liman
Malaga Limanında akşam
Otele yerleştikten sonra bir araya gelip şehir turu atmaya karar verdik, otelimiz şehir merkezinde olduğu için yürüyerek gittik. Sokaklarda ve meydanlarda gezinirken Picasso Müzesi'ni gördüm. Picasso'nun doğum yeri Malaga'ydı. Müzeye girmeye karar verdik, müzde daha çok Picasso'nu eskizleri ve kübizm öncesi eserleri sergileniyordu, bir saat kadar gezdikten sonra beraber olduğum grup "sanata doyduk":-) deyince müzeden çıkıp limana indik. Liman civarında birçok restoran bulunuyor, özellikle yatların bulunduğu bölgeye kadar yürürseniz kesenize uygun restoranlar da bulmak mümkün. İspanya'da küçük porsiyonlara "tapas" deniyor. Limanda bir restoran bulup çeşit çeşit tapas ısmarladık, yanında da bira. İspanya'da en sevilen bira "Mahoi", biz de İspanyollara uyduk, zaten gurbet ellerde Efes bulma şansımız yoktu.

Saat 20:00 civarında yemeğe başladığımız sıralarda ortalık boştu, ancak 22:00 civarında ortalık kalabalıklaşmıştı, İspanyolların akşam yemeği için geç saatleri tercih ettiğini öğrendik. Yemeğimizi bitirdikten sonra "Efes" spor kulübüne ısmarladığı yemek için teşekkür edip otelimize geri döndük.

Malaga Kalesinden şehir manzarası
Ertesi gün kahvaltı sonrası Malaga'nın kalesini görmeye gittik, güzel bir manzarası vardı, hava da güzeldi. Biraz dolaştıktan sonra merkezde bir kafede mola verdikten sonra takımla buluşmak üzere yola çıktık. Programa göre öğle yemeği sonrası takımla bir araya gelecektik. Taksiye atlayıp otelin yolunu tuttuk. Otele ulaştığımızda takım henüz yemekteydi, bir süre lobide bekledikten sonra Kerem Tunçeri liderliğinde oyuncular yanımıza geldiler, birlikte fotoğraf çektirip formalarımızı imzalattık. Fotoğraf çekilirken 2,17'lik Stanko Barac'ın yanından uzak durmaya çalıştım, çünkü uçaktan indiğimizde pasaport kontrole giderken bir ara yanyana geldiğimizde omzumun Stanko'nun kalça hizasında olduğunu görünce moralim bozulmuştu.
Anadolu "EFES"
Takıma başarılar diledikten sonra tekrar merkeze sahilden yürüyerek gitmeye karar verdik, hava çok güzeldi ve biz üzerimizdeki sweatshirtleri de çıkarıp tişörtlerimizle yürümeye devam ettik, hatta yol üzerinde güneşlenen ve ocak ayında denize giren İspanyollara da rastladık. Limana ulaştığımıda  bir restorana girip öğlen yemeğimizi yedik, hatta gittiğimiz restoranda o sırada canlı bir radyo programına tanık olduk, sanırım akşam oynanacak maç hakkında kritik yapılıyordu, çünkü üzerimizde Efes formaları ile bizi görünce hareketlendiler, yemekte İspanyolların ünlü "Paella"sını tatma şansı buldum. Paella İtalyanların "rizotto"suna benzeyen deniz mahsüllü ve safranlı pilava deniyor, tavsiye edebilirim. Yemek sonrası biraz hediyelik alışveriş yaptıktan sonra otele dönüp valizlerimizi alarak maça gitmek üzere otobüsümüze bindik.

Malaga'da bir Efesli
Salon merkezden biraz uzaktaydı, ama İstanbul'la kıyaslanırsa oldukça yakın olduğunu söyleyebilirim. Salon girişinde otobüsten üzerimizde Efes formaları ile indiğimizde biraz rakip taraftarın tepkisinin ne olacağını bilemediğim için tedirgindim. Ancak bizi kaale almadıklarını görünce rahatladım. Bu salonda da diğer Avrupa kentlerinde olduğu gibi bira bulabileceğimi umarak yanıma bira almamıştım, ancak salonun büfelerinde alkolsüz bira olduğunu görünce hayal kırıklığına uğradım.

Malaga Sahil
Maç için bize sahaya oldukça uzak bir yer ayrılmıştı, ancak maçın İspanya standartlarına göre erken (20:45) bir saatte başlaması nedeniyle tribünlerin yarıdan fazlası boştu. Önce önümüzdeki boş alanı işgal ederek sahaya yaklaştık, sonra da var gücümüzle Efes'in sesini duyurmaya çalıştık; başarılı da olmuşuz. Maç sırasında Türkiye'de maçı izleyen dostlardan TV'den sesimizin duyulduğu bilgisi ulaştı.

Maçı kazandık, maçtan sonra mutluyduk, Malaga seyircileri de bizi tebrik ettiler, hatta içimizden atkı, vs değişenler de oldu.

Paella
Maç sonrası hızla havaalanına dönüp takımın gelmesini bekledik. Beklerden birer bira içerken önce koç Oktay Mahmudi ve Genel Menejer Engin Özerhun geldiler, onlar viskilerini alıp yudumlarken oyuncular da gelmeye başladılar. Uçak kalkışı takıma ve bize bağlı olduğundan fazla oyalanmadan önce misafirler uçağa bindik, sonra oyuncular uçağa binince kendilerini alkışlayıp tekrar tebrik ettik.

Dönüşümüz Akdeniz'deki ters rüzgarın da yardımıyla 3 saat civarında sürdü...














2 Ağustos 2013 Cuma

BATI AKDENİZ'DE CRUİSE TURU

GENOVA - VILLEFRANCHE/NICE-MONACO-MONTE CARLO
BARSELONA
LA GOULETTA/TUNIS
CIVITAVECCIA/ROMA
LIVORNO/FLORANSA-PISA

25 Temmuz - 1 Ağustos 2013 


TURA ÇIKARKEN

Pullmantur Sovereign
Yunan adalarında yaşadığımız güzel deneyimden sonra Batı Akdeniz'de de benzer bir cruise turuna çıkmaya karar verdik. Yaptığımız araştırmalardan sonra "her şey dahil" konsepti ile Pullmantur

Pullmantur Sovereign ile yola çıkmak bize makul geldi. Diğer turlar genelde ya tam pansiyon konaklamaydı ya da fiyatı yüksekti, ayrıca Tunus'a uğrayan sadece bu gemi vardı. Tunus'u tercih etmemizin sebebi bu ülkeye gitme fırsatını ileride bulamayabileceğimizden kaynaklanıyor.

Pullmantur Sovereign İspanya bandıralı bir gemi ve yolcuları ağırlıklı olarak İspanyollar oluşturuyor. Eğer İspanyolların gürültüsü sizi rahatsız etmezse tercih edebilirsiniz.
Bu gezimizde tanıştığımız başta bloğumda fotoğraflarını kullanmama izin veren yol arkadaşımız İnci Maksutoğlu'na, yol boyunca sohbetleri ile bize neşe katan Gülbahar Bilgin'e ve tur rehberimiz Derya Ibiri'ye teşekkürlerimi sunarım.




1. Gün - Cenova

Gemiden Cenova manzarası
Tarifeli uçuşla İstanbul Atatürk Havalimanından diğer tura katılacak 25 kişi ile beraber yola çıktık, yaklaşık 3 saat süren yolculuktan sonra öğlene doğru Cenova'ya indik. Burada bizi tur rehberimiz Derya karşıladı. Havalimanında kısa bir brifing verdi, gezinin keyifli geçmesini istiyorsak bazı ufak tefek gecikmeleri hoş görmemizi, İspanyolların rahat insanlar olduklarını, bu nedenle bazen hizmetin yavaş ilerlediğini, bavullarımızın odaya geç ulaşabileceğin, bu nedenle akşama kadar ihtiyaç duyabileceğimiz eşyalarımızı yanımıza almamızı önerdi.

Pullmantur Sovereign Gemisi Cenova Limanında
Otobüsle limana vardıktan sonra gerekli formları doldurup gemiye çıkış saatini (14:00) bekledik. Daha sonra işlemlerimizi tamamlayıp gemiye bindik. Önceki yolculuğumuzdaki gibi dostlar edinip edinemeyeceğimizi merakla bekliyorduk.

Gemiye bindikten sonra yemeğimizi yiyip kendimizi üst güverteye attık. Gemide sadece 11. kattaki açık güvertenin bir bölümünde ve 7. katta açık güvertede sigara içmek mümkün, bu nedenle tur boyunca buraları tercih ettik. 11 katta yüzme havuzu olduğundan içkiler plastik bardakta ikram ediliyor, bu nedenle akşamları 7 kat mekanımız oldu.

Geminin personeli de çoğunlukla İspanyolca konuşulan ülkelerden (G. Amerika) oluşuyor, ama hemen hepsi İngilizce biliyor.

Açıkçası İspanyol yolcular ağırlıklı olduğu için gürültü zaman zaman tahammül sınırlarınız zorluyor, aileler çoluk çocuğu salıyorlar gemiye... Eğer bu gürültüye dayanabiliyorsanız sizin için sorun yaratmaz.

Gece Ay Manzarası
Gemide "her şey dahil" konsepti var, ancak Antalya'daki 5 yıldızlı otellerdeki zenginliği aramayın. Rakı, hatta uzo bile bulamazsınız.

İlk günün akşamı klasiği olarak tura yeni katılan yolculara acil çıkış brifingi verildi. Daha sonra tur rehberi ile ekstra turlar konusunda görüşme başladı, Türkler içinde tura katılan çoğunluğu oluşturan 14 kişilik ve 6 kişilik gruplar pazarlıkta anlaşamayınca sonuçsuz kaldı. Akşam yemeği sonrasında geç saatlerde ertesi gün tur olabileceği bilgisini alıp içkilerimizi içtikten sonra sabah erken kalkmak üzere odalarımıza çekildik.


2. Gün - Villefranche (Monaco)

Villafranche sabahı
Sabah erkenden ekstra tur için uyandık. Villefranche Fransa'nın güneyinde küçük bir limanı olan
Monaco Kilisesi
Foto: İnci Maksutoğlu

Monaco - Pazar Yeri
Nice yakınında bir kasaba. Liman küçük olduğu için Cruise gemileri limana yanaşamıyor, koyda demirledikten sonra teknelerle karaya çıkmak gerekiyor. Rehberimizi bulup karaya çıkmak için çıkışta sıraya girdikten sonra sıra bize geldiğinde bizi çıkış kartı almak üzere 7 kata yönlendirdiler. 7 kattan "lila" rengi çıkış kartımızı aldıktan sonra rengin anons edilmesini 40 dakika kadar bekledik. Sonradan geminin düzenlediği ekstra turu alanlara çıkış önceliği verildiğini ve aldığımız kartın sonlarda kaldığını öğrendik. Kart rengimiz anons edildikten sonra hep beraber karaya çıktık, ancak limanda tur otobüsünün hazır olmadığını öğrendik, çünkü tur için çok geç saatte karar alınmıştı ve gerekli organizasyon yetişmemişti. Diğer gruplar bizden ayrılınca biz kalan 5 kişi tur rehberini de yanımıza alarak Nice'e gitmek üzere otobüs durağına yürüdük. Durakta beklerken Monaco otobüsü gelince karar değiştirip Monaco'ya dümen kırdık ve 1.50 Euro karşılığında (bilet ücretini otobüste şoföre ödeyebiliyorsunuz)  biletlerimizi alıp yola koyulduk. Ayrıca alternatif olarak buradan trenle Nice ve Monaco'ya da gitmek mümkün, trenle 15 dakika kadar sürüyor Monaco, ancak otobüsle kıyı şeridinden gittiği için 45 dakika sürse de çevreyi de görme imkanı buluyoruz. Yol üzerinde parfümleriyle ünlü "Eze" kasabasından da geçtik.

Monaco
Monaco'ya tünellerden geçen bir yoldan sonra ulaşıp pazar yerinde kısa bir tur attık. Daha sonra Monaco'nun merkezi olan tepeye çıktık. Açıkçası tırmanışın sabah yapılması akıllıca olmuş, çünkü hem sıcak bastırmamıştı, hem de henüz ekstra tur ile gelenler ortalığı doldurmamıştı.

Parlemento binası çevresinde biraz dolaşıp kahve molası sonrası ara sokaklardan çarşıyı da gezerek
 
Monaco Botanik Parkı
Foto: İnci Maksutoğlu
Monaco Parlemento Binası
Foto: İnci Maksutoğlu

Monaco Kilisesi'ne ulaştık. Bu kilisede Prenses Grace Kelly de dahil birçok Monaco prensliği üyesinin mezarları da bulunuyor. Kiliseden çıktıktan sonra Prens Albert'in malikanesini ve Prenses Caroline'in mütevazi evini uzaktan gördükten sonra (korumalar çevreyi kolluyordu, yaklaşmak mümkün değildi) Botanik Parkının içinden tekrar meydana doğru ilerledik. Bu parkta dünyanın çeşitli yerlerinden getirilmiş envayi çeşit bitki bulunuyor ve İ.Melih Gökçek'in tüküreceği:-) güzellikte heykeller bulunuyor. Park içinde turistlere poz veren 2 martının davetini geri çevirmiyor ve fotolarını çekiyoruz. Park içinde tekrar meydana çıkıp kısa bir manzara molası verdikten sonra kasabaya geri iniyoruz. Bu arada turlarla gelen turistler tüm meydan ve sokakları doldurmuş vaziyetteydi. Vaktimiz az kaldığından kızım Ece'nin görmeyi çok istediği Monte Carlo'yu pas geçip dönüş için otobüs durağına gidiyoruz. Yaklaşık 20 dakika otobüsün gelmesini bekledikten sonra kalabalık otobüse binip dönüş yoluna koyuluyoruz. Bir süre sonra inenlerden boşalan koltuklara yerleşip ayaklarımızı dinlendiriyoruz.

La Villlefranche'e ulaşınca kasaba çarşısı içinde kısa bir tur attıktan sonra gemiye dönmek üzere tekne kuyruğuna giriyoruz. Burada kalacağımız süre kısıtlı (09:30-14:30) olduğundan burada görülebilecek Nice ve Monte Carlo'ya uğrayamadık. Trenle gidenler Monte Carlo ve Nice'i görebilmeye vakit bulmuşlar. Bu kısıtlı zamanda Monaco bence iyi bir seçimdi, trenle gitmiş olsak belki Monte Carlo'yu da görebilirdik belki. Bu konuda bizi yönlendiren tur rehberimiz Derya'ya teşekkür ederiz.


3. Gün - Barcelona

La Rambla Kristof Kolomb Heykeli
Foto: İnci Maksutoğlu
Sabah yine erkenden 07:00'da uyanınca planlandığı gibi 08:00'da gemiden ayrılamayacağımızı, geminin halen yolda olduğundan anlıyoruz. Oysa ki akşam rehberimiz bize gemiden 08:00'da ayrılabileceğimizi söylemişti. Gemide İspanyol yolcuların son durağı olduğu için hareketlilik var. Biraz bekledikten sonra 9 civarında gemiden inip PORT-BUS ile 3.50 Euroluk gidiş-dönüş biletimizi (tek yön 2.50 Euro) alıp 5-10 dakikalık yolculukla kendimizi La Rambla Meydanında buluyoruz. Meydanda Kristof Kolomb'un Amerika kıtasını işaret eden heykeli bulunuyor. La Rambla caddesinden Katalunya Meydanı'na yürüyerek geçiyoruz, henüz dükkanların çoğu kapalı, bir kısmı da yeni açıyor.


Katalon bir milliyetçi balkonuna Katalon bayrağı asmış
Katalunya Meydanı'ndan taksiyle Park Guell'e gidiyoruz, buradan taksi sizi dolaştırmazsa 9-10 Euro'ya gidebilirsiniz. 6 kişi olduğumuz için 2 taksiyle gidiyoruz. Park Guell ünlü İspanyol Mimar Gaudi'nin eseri, öğrendiğimize göre mimarisi Kapadokya'dan esinlenilerek Barcelona'yı yüksekten gören bir tepede hava kirliliğinden uzak bir park yapılması amacıyla inşa edilmiş, parkta kullanılan fayanslar Valledolid'den gelmiş, fayanstan yapılmış kertenkele heykelleri var, İspanyollar için kertenkele sevilen bir hayvan. Park Guell hem mimari açıdan hem de yeşilliğiyle çok güzel bir park. Parkta işportacı Arap ve Hintlilerden ucuza (1-2 Euro) magnet alabilirsiniz, arada Türkiye'deki gibi zabıta kovalamacaları da olmuyor değil...


Park Guell



Park Guell


Park Guell


La Sagrada Familia Katedrali


La Sagrada Familia Katedrali


La Sagrada Familia Katedrali
Güzel manzarada fotoğraf çektikten sonra görmeyi en çok arzu ettiğim yerlerden "La Sagrada Familia Katedrali'ne doğru yola çıkmak üzere tekrar taksilere atlıyoruz. Erken bir saatte Park Guell'e gitmenin avantajlı olduğunu söyleyebilirim, biz gittiğimizde rahatça fotoğraflarımızı çekerken çıkarken parkın girişinde kuyruklar oluşmaya başlamıştı bile...

La Sagrada Familia Katedrali
Foto: İnci Maksutoğlu
La Sagrada Familia Katedraline ulaştığımızda katedrale giriş kuyruğu bizi şaşırtmıyor. Katedrale girmek için 1-2 saat kuyrukta beklemek gerekiyor ya da önceden internet sitesinden bilet alarak girebiliyorsunuz. Planımızda katedralin içini gezmek bulunmadığı için çevresinde turluyoruz. "La Sagrada Familia" büyük aile anlamına geliyormuş. Katedralin yapımına 1882 yılında başlanmış ve 1926'da Gaudi'nin tren kazasında ölmesi sonucu yarım kalmıştır. Gaudi'nin tasarladığı karmaşık mimarisinin de etkisi ve halkın sembolik yardımları ile yapımına devam edilen katedralin Gaudi'nin 100. ölüm yıldönümünde tamamlanması planlanıyormuş.
Dünyada yapımı en uzun süren katedralin dış duvarlarında Gaudi'nin ince işçiliğini görünce yapımın neden bu kadar uzun sürdüğünü anlamak mümkün. Gaudi hayattayken tamamlanamayan bölümler planın aslına uygun olarak ilerletilmeye çalışılsa da hayattayken tamamlanan cephesi fark ediliyor. Bu katedrali görünce Alan Parson's Project'in neden "Gaudi" albümü yaptığını anlayabildim. Katedral kuleleri ve dış yüzeyindeki heykelleri, kabartmaları ile kumdan kaleleri de anımsatıyor.

Gotik Mahalle
Foto: İnci Maksutoğlu
Fotoğraf çekimleri ve rehberimiz Derya'nın bizi götürdüğü bir Türk'ün işlettiği hediyelik mağazasından hatıra tişörtleri aldıktan sonra tekrar Katalunya Meydanı'na taksiyle dönüyoruz.


Barcelona'da BASK milliyetçileri balkonlarına Katalon bayrakları asıyor. Ayrıca gittiğimiz günün öncesinde İspanyolların medar-ı iftiharı hızlı trenin kaza yapması sonucu 90 ölü 100'den fazla yaralı olması nedeniyle tüm bayraklar yarıya inmişti.



Gotik Mahalle
Katalunya Meydanı'ndan yürüyerek Gotik Mahalleye doğru yola koyuluyoruz. Burada kendimize tapas ziyafeti çekecek bir yer arıyoruz. Tapas küçük posiyonlar halinde, kimi zaman da kanepe tarzı, sunulan yemeklere deniyor. Bulduğumuz bir restoranda tabaklarımıza tapaslarımızı alıp masamıza oturuyoruz. İspanya'da hızlı servis beklemek hayal olur. Biz tapaslarımızı bitirmek üzereyken sipariş verdiğimiz biralarımız ancak ulaşıyor. Biralarımız da içtikten sonra Gotik Mahallede turumuza devam ediyoruz. Bu mahallenin mimarisi bozulmadan korunmuş, dar sokakları ve tarihi evleri ile güzel bir mekan. Mahallede birçok meydan ve meydanlarda kafeler, restoranlar ve dükkanlar var. Ayrıca Picasso müzesi de Gotik Mahallede.


Gotik Mahalle'de protesto da vardı
Gotik Mahalle


Artık yürümekten yorulduğumuz için La Rambla'ya dönüp kendimizi ara sokakta bulduğumuz bir kafeye atıyoruz. Biraz dinlendikten sonra La Rambla'da turlarken canlı heykellere rastlıyoruz. Bunlardan Don Kişot kılığındaki izleyenleri korkutmakta oldukça başarılıydı.


Zuzaylı


Don Kişot


Bir canlı heykel daha


Barcelona Limanı'nda bir iskele babası:-)
Limana geri döndüğümüzde bizi gemiye götürecek Port-Bus'a binmeden limanda biraz turluyoruz. Limanda düzenlenen yüksek atlama şampiyonasını biraz izledikten sonra durağa dönüp otobüse binerek gemiye biniyoruz.



















4. Gün (Gemide)

Alakart Restoranda akşam yemeği
Foto: İnci Maksutoğlu
Gemide akşam güverte sefası
Foto: İnci Maksutoğlu
Bugün geç uyanıyoruz, nasılsa bütün gün gemide olacağız. Mümkün olduğunca animasyonlar ve İspanyollardan uzak yerlerde konuşlanıp sohbet ediyoruz. Öğleden sonra boş günü değerlendirmek için geminin fitness merkezinde spor yaptıktan sonra siesta yapıp akşamı ediyoruz. Akşam alakart restoranda buluşup yemeğimizi yiyoruz. Gemide akşam yemeği için 2 alternatif bulunuyor, ya 11 kattaki açık büfede yemeğinizi yiyorsunuz ya da alakart restoranda size ayrılan zaman diliminde garsonları servisi eşliğinde o günün menüsünde yer alan seçeneklerden faydalanıyorsunuz. Açıkçası alakarttaki seçenekler de oldukça iyiydi, ördekten, tavşana, dana etinden kuzuya çeşitli seçenekler vardı. Her oda için ayrılmış masalar bulunuyor, bazen gruplar için daha geniş masalar da bulunuyor. Bizim yemek zamanımız 19:30-21:00 aralığı olduğu için işimize geldi. İspanyollar genelde geç saatte yemeyi tercih ediyor. Garsonumuz Guetamala'lı Mario ve komisi Honduras'lı Iris oldukça misafirperverleri hatta önceki günlerden alışkanlıklarınızı öğrenip ona göre servis yapıyorlar, kızım Ece masaya oturunca söylemesine gerek kalmadan tropikal meyve suyu hemen geldi...
Gemi personelinin geliri düşük olduğu için bahşiş onlar için önemli, onlara bahşiş verdiğinizde canla başla ilgileniyorlar.
Yemek faslından sonra 7 kattaki sigara içilen alanda masa kapıp gece geç saatlere kadar gemide tanıştığımız Türk dostlarımızla tatlı sohbetlere dalıyoruz.



5. Gün - La Gouletta/Tunis




La Gouletta Limanı Gümrük Çıkışı
Foto: İnci Maksutoğlu
Sabah uyandığımızda Tunus'un La Gouletta limanına yanaşıyorduk. Bizim Afrika kıtasına ilk çıkışımız olacağı için heyecanlıydık. Arkadaşlarımızla anlaştığımız gibi kahvaltıdan sonra son hazırlıklarımızı yapıp gemiden çıkışa yöneldik.

La Gouletta Tunus'un başkenti Tunis'e 7-8 km uzaklıkta bir liman. Tunus'ta Arapça dışında, geçmişte Fransız sömürgesi olmasından dolayı, çoğunluk Fransızca konuşuyor, ama turistik yerlerde İngilizce de konuşuyorlar.

Kartaca - Kilise
Kartaca - Arena
Gemiden ayrılırken hedefimiz liman yakınındaki tren ile merkeze gitmekti, ancak gümrükten çıktıktan sonra taksicilerle pazarlığın açık olduğunu anladık. Liman gümrüğü civarında standart tarifeler konuşulurken uzaklaştıkça fiyatlar düşüyor. Normalde 10 Euro (20 Dinar, turistik yerlerde Dinar almasanız da olur, esnaf Euro da kabul ediyor, 1 Euro 2 dinar civarında) karşılığında sadece merkezdeki eski pazarın olduğu Medina veya Sidi bu Said ve Kartaca'ya gidebilecekken pazarlıkla Kartaca ve Sidi bu Said'e kişi başı 10 Euro'dan bir taksiciyle anlaştık ve tren yolculuğundan vazgeçtik. Aslında ilk pazarlığımızda Medina da vardı, ancak Tunus'taki eylemler nedeniyle gitmenin uygun olmayacağını söyledi taksicimiz, biz de inandık:-)

Kartaca Müzesi
Önce Kartaca'yı gezmeye başladık. Arenayı gördükten sonra Kartaca Arkeoloji Müzesi'ne gittik. Müzeye giriş 5 Euro (10 Dinar), ayrıca fotoğraf makinesiyle girecekseniz 1 Euro alıyorlar. Biletinizi kesinlikle saklayın, diğer tarihi alanlarda da bu bilet geçerlidir. Müzede bir tur attık, bize yanaşan ve sürekli müzedeki eserleri anlatmaya çalışan Tunus'lu genci (ki Türkiye'deki sit alanlarından aşinasınızdır) 1-2 Euro verip savdıktan sonra gezimize devam ettik. Müze çıkışında hediyelik eşya satan dükkanları gezdik. 25 Euro fiyat biçilen lambayı pazarlıkla 10 Euro'ya indirmeyi başardık, ancak lambada kırık çıktığı için alamadık, sonra bir lamba ve yanında bir hediye ile alışverişimizi tamamladık.

Tunus'ta alışverişte pazarlık yapmak önemli, pazarlık yapmazsanız değerinin oldukça üzerinde alışveriş yapabilirsiniz.

Sonraki durağımız Kartaca Amfi Tiyatrosu oldu. Anadolu'daki amfi tiyatrolara göre oldukça mütevazi büyüklükte bir tiyatroydu. Oradaki görevli Türk olduğumuzu öğrenince Ağustos ayında Türkiye'den "Fire of Anatolia"nın amfi tiyatroda gösteri yapmaya geleceğini söyledi.




Kartaca - Amfi Tiyatro
Şoförümüz Medina'nın karışık olmasını bahane ederek bizi Sidi bu Said'e götürdü, aslında iyi de oldu. Sidi bu Said Tunus'un zenginleri ve üst düzey bürokratlarının yaşadığı semt, yani zengin muhiti. Buradaki beyaz evleri ve evlerinin süslü mavi kapılarıyla ünlü. Burada bir de hediyelik eşya satılan pazaryeri bulunuyor, öğrendiğimiz kadarıyla Medina'da buradakinden farklı değilmiş satılan ürünler, üstelik Medina oldukça kalabalık ve pismiş...

Sidi bu Said Kapıları
Sidi bu Said'de kahve molası
Eşim ve arkadaşlarımız pazar yerini dolaşırken biz  alışveriş yapma niyeti olmayanlar da bir kahveye oturup "Türk kahve"lerimizi içtik, oldukça lezzetliydi, hatta Türkiye'de kahve yapan birçok kafeden iyiydi. Ramazan ayı olduğu için biraz tedirgindik, ancak turistlere aldırış edilmediğini görünce rahat ettik. Giyim kuşam konusunda da sıkıntı yaşamazsınız, buranın yerli halkı da oldukça modern giyiniyor.

Lezzetli kahvelerimizi içtikten sonra pazar yerini dolaşmaya çıktık. Müthiş pazarlıklarla 80 Euro fiyat biçilen bir tuniği 10 Euro'ya aldık. Genellikle imkansız bir fiyat önerdiğinizde satıcılar size "Sabotaj Madam/Mösyö" diyorlar, o zaman almaktan vazgeçin. Burada hem bütçenize hem de piyasa değerine göre uygun bir fiyat belirleyin ve esnafa teklifinizi iletin, kabul etmezse dükkan çıkışına kararlı bir şekilde yönelin, genellikle kabul ediyorlar, eğer fiyat hedefinizin üstünde kalıyorsa alacağınız ürünün yanında hediye isteyin. (örneğin anahtarlık, biblo vs.)

Sidi bu Said'de hint kınası
Alışverişi tamamladıktan sonra biraz sokaklarda tur attık ve evlerin, kapıların fotoğraflarını çektik. Öğlene doğru gemiye dönmek üzere yola çıktık.

Gemi turlarında binişte gemi sizden pasaportunuz alır ve tüm ülkelerde geçerli olan bir kart verir, Tunus'ta bundan farklı olarak pasaportla girmek gerektiğinden gemiden pasaportumuzu ödünç alıp Tunus'a çıktık.

Sonradan öğrendiğimiz kadarıyla gemilerin rotasına oldukça ters düşmesine ve 1 tam günün denizde geçmesine rağmen, Tunus'ta akaryakıtın ucuz olması nedeniyle bazı gemilerin Tunus'a uğrayıp akaryakıt aldığını öğrendik. Yine de her şeye rağmen bir daha görme şansımızın olamayabileceğini düşünerek bizim için iyi olduğunu düşünüyoruz.

Sidi bu Said Pazar Yeri


Sidi bu Said kapıları

 
 
 
 

 

6. Gün - Civittaveccia/Roma

 

St. Pietro Meydanı - Vatikan
Piata - St. Pietro Bazilikası
 Gemide bu günkü gezi için planımız liman yakınındaki Civitaveccia tren istasyonuna gidip yaklaşık 70 km uzaklıktaki Roma'ya 1 saat 15 dakikada ulaşıp Roma'yı turist otobüsleri ile gezmekti. Gemi çıkışında Roma turu yaptıran taksiciler olduğunu daha önce duymuştum, ancak fiyat konusunda net bir bilgi edinememiştim. Liman içinde turizm ofisleri ve taksiciler standart kişi başı 70 Euro ücret belirlemişler, ancak limanın çıkışından sorduğumuz bir taksici 6 kişiyi kişi başı 50 Euro'ya götürebileceğini söyleyince ve gidilecek yerlerin de kapsamlı olduğunu anlayınca taksiyi tercih ettik. Eğer taksi ile gitmeseydik, daha önceki gelişimizde gördüğümüz yerlerden çok farklı yerleri görme imkanını açıkçası bulamayacaktık. Taksi şoförümüz Vincenzo da oldukça yardımsever davrandı ve gezerken geçtiğimiz yerler hakkında bilgi verdi, hatta bize bir kıyak geçip Roma'yı panoramik görebileceğimiz tepeye bile götürdü. Örneğin Trevi çeşmesi, İspanyol merdivenleri, Navona Meydanı gibi yerlere turla da gidiyor olsanız otobüsler buralara giremediği için yakınında bir yerlere bırakıp yürümek zorunda kalındığını düşünürsek, Vincenzo bizi hep meydanlarının çok yakınında yerlerde bırakarak 36,5 C derece sıcakta pişerek yürümemizi önledi.


Limandan Roma'ya gidiş için birkaç alternatif var. Trenle yaklaşık 10 Euro civarında gidebiliyorsunuz ve yaklaşık 1 saat 15 dakika sürüyor, hızlı tren yaklaşık 20 Euro'ya 45 dakikada gidiyor, ayrıca geminin transfer imkanı ile 40 Euro gibi bir ücretle gidiş dönüş mümkün.

Roma'yı çok detaylı anlatmayacağım, 2009 yılındaki gezimizden farklı mekanlardan biraz bahsedeceğim. Merak edenler için önceki yazıma aşağıdaki bağlantıdan ulaşılabilir.


Navona Meydanı
Taksiyle önce Vatikan'a gittik, burada St. Pietro Meydanı ve Bazilika'da kısa bir tur attıktan sonra Navona Meydanı'na çıktık, burada fotoğraf çekimleri ve kısa bir tur sonrası Vincenzo'nun tavsiye ettiği taksicilerin de yemek yediği restoranda makul fiyatta öğle yemeğimizi yedik. Daha önceki turumuzda içini görme şansı bulamadığımız eski Pagan tapınağı, sonradan kiliseye dönüştürüşmüş olan Pantheon'u gezdik. Sonra İspanyol Merdivenleri, Trevi Çeşmesi ve Venedik Meydanı'na uğradık. Buralarda foto çekimi, çeşmelerden su doldurma, Roma dondurması ve hediyelik eşya dükkanlarına bakarak gezdikten sonra Colosseum ve eski Roma kalıntılarını gezdik. Trevi Çeşmesine tekrar para atmayı da ihmal etmedik, bu çeşmeye daha önceki yazımızda bahsettiğim gibi "Roma'yı tekrar görmeyi" dilemek için para atmak adetten, bizde şimdiye kadar %100 çalıştı:-)

Son olarak da Vincenzo bizi Garbaldi'den tepeye çıkararak panoramik foto molası verdi, artık yorulmuştuk (yürümeden yorulmak şımarıklık olsa da) Vincenzo'nun önerdiği kafede kahve molası sonrası beklediğimizden çok daha fazlasını görmenin mutluluğu ile gemiye geri döndük.


Navona Meydanında Bernini'nin müthiş heykelleri
Pantheon
Pantheon
Pantheon
İspanyol Meydanı

Trevi Çeşmesi - Ece
Trevi Çeşmesi - Bijen
Trevi Çeşmesi - Cem
 
 
Panoramik Roma
Panoramik Roma
Venedik Meydanı
Foto: İnci Maksutoğlu
Colosseum
Şoförümüz Vincezo ile kahve molası sonrası


 
 


7. Gün - Livorno/Floransa

Floransa
Livorno limanına varmadan önceki gün her ihtimale karşı gemide yaptırdığımız otobüs transferini iptal ettirmek istedik, ancak geç olduğu için bu mümkün olmadı. Livorno'dan trenle, gemi turunun transfer imkanı ile taksi ile Floransa ve Pisa'ya gitmek mümkün. Biz Roma'daki deneyimimizle Livorno'dan da taksi tutmayı tercih ederdik, ancak mümkün olmadı, taksiyle gitmiş olsak merkeze görece uzak olan Michelangelo Tepesi'nden panoramik Floransa görüntüsü alma imkanımız olur, belki de Pisa'ya uğrardık. Öğrendiğimiz kadarıyla 4 kişilik taksiyle 200 Euro civarı Floransa, 300 Euro civarı Floransa ve Pisa'yı gezmek mümkünmüş, ancak pazarlık yapmanın mümkün olmadığını da duyduk.

Campana Restoran'da öğle yemeği - Floransa
Floransa'da önceki gezimizden farklı yerleri gezme imkanımız olmadı. Sabah geminin transfer otobüsü ile tren garının yanında indik ve 4-5 saat gezinme imkanı bulduk. Bir tur attıktan ve meydanları gördükten sonra daha önceki gelişimizde yemek yediğimiz Campana Restoran'ı bulup öğle yemeğimizi yedik, daha sonra alışveriş yapmak isteyen grup pazara giderken biz de Piazza di Republica'daki cafelerden birine oturup mekanın keyfini çıkardık.

Merak edenler aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirler.
http://gezgindevekusu.blogspot.com/2011/08/italya-floransa-agustos-2009.html






Veccia Köprüsü'nden Arno nehri manzarası
Foto: İnci Maksutoğlu







8. Gün - Dönüş

Son gün geceden valizlerimizi hazırlayıp (saat 03:00'a kadar) kamaralarımızın kapısına bıraktık. Gemideki işlemlerimizi halledip pasaportlarımızı teslim aldıktan sonra gemiden ayrılarak havaalanına gittik, burada 1 saatlik vaktimiz olduğundan Cenova'yı gezme şansımız maalesef olamadı.