11 Ağustos 2011 Perşembe

İtalya - Floransa (Ağustos-2009)

Sabah erkenden Roma'dan Floransa'ya (Frenze) otobüsle yola çıktık. Otobanda tur otobüsü ile giderken İtalyan köylerinden geçtik, çoğunluğu orijinalliğini korumuş betonlaşmadan nasibini almamış köylerdi. Yol boyunca ormanlar ve ekim yapılan arazileri geçtik. Floransa Tuscana bölgesinin başkenti ve İtalya'nın en iyi şarapları Tuscana üzümlerinden yapılıyor.

Birkaç saatlik yolculuk sonrası Floransa'yı tepeden izleyeceğimiz noktaya ulaştık, buraya Michalengelo Tepesi adını vermişler. Burada ünlü Davut heykelinin bir kopyası vardır. Bu heykel Michelangelo'nun en önemli eserlerinden. Floransa'da 3 değişik noktada kopyaları bulunuyor, orijinal eser ise Akademi Müzesi'nde sergileniyor. Ertesi gün görmeyi ümit ediyoruruz.

Michelangelo Tepesi'nden aşağı Floransa'nın merkezine indik. Tur otobüsleri bizleri şehir merkezinin oldukça dışında bir noktada bıraktı, tur otobüslerinin daha fazla şehir içine giremedikleri bilgisini aldık. Arno nehri boyunca yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüşle merkeze vardık.

Ulusal kütüphanenin önünden Croce Meydanına çıktık. Bu şehirde umumi tuvalet bulmak sorun olduğundan önce turizm danışma yanındaki tuvaletlerde hacetimizi giderdik ve ardından şehir haritası aldık (turizm danışmada ücretsiz veriliyor)

Croce meydanında bir kilise bulunuyor ve önünde boş bir alan. Bu alanda eski dönemde futbol maçları yapılırmış, ama bu maçlardaki kurallar günümüzde oynanan futboldan farklıymış. Birazcık sert oynanıyormuş:-) yani rakibi öldürmek serbestmiş.. Günümüzde gösteri amaçlı yılda bir kez maç yapılıyormuş. Bu meydanda ayrıca Leonardo da Vinci'nin ünlü Mona Lisa resmini yaptığı binanın da olduğu rivayet edilir. Bu meydanda ayrıca burada yaşamış olan Dante'nin de heykelini görebilirsiniz.

Croce meydanından şehrin merkezine yürüyerek geçtik, şehirde Dome (katedral) en önemli eser. Yüksekliği 57 metre (kural gereği hiçbir katedralin yüksekliği Vatikan'dan uzun olamıyormuş).

Genel bir şehir turundan sonra karnımızı doyurmak için rehberimiz Hakan'ın tavsiye ettiği Campana Restoran'a gidip 10 Euroluk David menümüzü yedik. (Pizza, bruscetto-sarımsaklı ekmek ve beyaz şarap) Katedralin karşısındaki vaftiz odası (oda yazdığıma bakamyın, oldukça büyük bir bina) var. Buranın bronz işlemeli kapısı ünlü, iki kardeş tarafından yapılan kapının orijinali 1966 yılında yaşanan sel olayından sonra kaldırılıp Japonların sponsorluk desteği ve mühendislerin hummalı çalışmasıyal 19 yılda kopyası yapılabilmiş. Buraya ayrıca "Cennetin Kapısı" da deniyor.

Şehir merkezinde bir tur attıktan sonra cumhuriyet meydanında bir restoranda içki molası verdik. Merkezde birçok kafe ve restoran bulunuyor, en merkezdekilerin fiyatları oldukça yüksek, ancak daha kenarda kalanlarda fiyatlar makul. Eğer şanımız yürüsün derseniz oradaki ünlü cafelerde tanesi 10 Euro civarında bir espresso içebilirsiniz:-)




Bu arada Pitti Sarayı ve kuyumculardan oluşan köprüsünü de gezmeyi ihmal etmedik. Bu köprü ikinci dünya savaşı sırasında bölgeyi kontrol eden Alman komutanın insafında bombalanmaktan kurtulmuş. Şimdilerdeyse mücevher satan kuyumcu dükkanları ile dolu.





Arno nehri

Tur otobüsü saatimizin yaklaşması nedeniyle Arno nehri kıyısında yürüyerek otobüsümüze ulaştık. Akşam 7 gibi Floransa'ya 50 dakika uzaklıktaki Montecattini kasabasında yer alan otelimize ulaştık. Buraya otomobil veya trenle ulaşım mümkün. Termal tesislerin yer aldığı sevimli, tertemiz, sessiz ve yeşillikler içinde küçük bir kasaba. Evler, villalar, oteller pancurları ve görünümleriyle Büyükadayı adnımsatıyor. Montecattini'nin içinde yürüyerek her yere kısa sürede ulaşmak mümkün. Ayrıca teleferikle termal tesislerin yer aldığı tepeye de çıkılabiliyor. Bizi otelde çok misafirperver yaşlı İtalyan çift karşıladı ve tur boyunca en kaliteli kahvaltımızı burada yaptık...

Saat gece 9 gibi akşam yemeği için yer aramak ve Floransa'ya gideceğimiz tren istasyonunu bulmak için otelden çıktık. Yorgunluktan hissetmeyen bacak ve ayaklarımızla sürünüyorduk. İstasyonun yerini öğrendikten sonra restoran aramaya başladık. Pek çok yere baktıktan sonra otele dönüş yoldundaki bahçe içinde bir İtalyan ailenin işlettiği pizzeriada karar kıldık. Bu restoran oldukça kalabalık ve aile üyelerinden burayı çekip çeviren evin kızın (tek yabancı dil bilen) dışında iletişim kurulması zor bir yerdi, ama çok eğlendiğimizi itiraf etmeliyim. İtalyan filmlerinden fırlamış gibi olan sert ve otoriter baba baş tipti. Bizim oturduğumuz süre boyunca hoşuna gitmediğini düşündüğümüz 2 çifti masalarına oturamadan masaların rezerve olduğu bahanesiyle yolladı. Yemekler ve şarap olağanüstü lezzetliydi. (Sebzeli rizottoyu tavsiye ederiz.) anca herşey çok ağır işlediğinden gerek servis gerekse hesap ödeme için uzunca bir süre sabırla beklemek gerekiyor.
Yemek sonrası restorana yakın Zanzibar adında küçük bir bulduk. Bar demek doğru olur mu bilmem? Müziksiz tuhaf bir yerdi, ancak içkiler ucuzdu ve adım atacak halimiz yoktu. Bijen bir bira ve ben bir Grappa (İtalyan içkisi, 2 kez distile edilmiş şarap, ağırdır, İtalyanlar espresso ile beraber içiyor) içtikten sonra odamıza döndük.

2.Gün
Sabah 8:30 gibi uyandık. Bu otelin kahvaltılarının Roma'daki otelden daha iyi olduğunu söylemem lazım. Ekmekler taş gibi değildi. Soğan zarı inceliğinde de olsa kaşar peyniri ve karpuz vardı. İtalyanlar kahvaltıda tuzlu birşey yemiyorlar... Çaya hasret kalmak istemeyenler yanında poşet çay getirirse iyi olurç Bu ülkedeki poşet çaylar berbat! Artık sütlü kahve içiyorum, alıştım.
Kahvaltı sonrası tren istasyonuna gittik, otomattan biletlerimizi alıp trene bindik.
Dikkat! Trenler müthiş dakik ve hiç beklemiyor (eğer grev olmazsa:-)) Önceden bilet almış ve hazır beklemekte fayda var.
Yaklaşık 50 dakika süren tren yolculuğundan sonra Floransa'ya vardık. Hedef Michelangelo'nun David'inin sergilendiği Accademia Müzesine girmek... Tam 1 saat süren kuyrukta bekleme sonrası amacımıza ulaşıyoruz. Bu müze heykel ve ikona ağırlıklı, fazlaca büyük değil. Fotoğraf çekilmemesi için sürekli uyarılar var. Michelangelo'nun yarım kalmış, tam yontulmamış heykellerini aşıp kendimizi David'in karşısında buluyoruz. Onun kocaman ve büyüleyici formunu uzun uzun inceledim. Etkileyici bir andı.
İkonalar bölümünü de tamamlayıp müzeden ayrıldık. Uffizi müzesine 15:30'da randevumuz var. Rehberimiz bize müzeye randevu alabileceğimiz bir numara vermiş ve biz de önceden randevu alarak kuyrukta beklemeden girenlerin ayrıcalığına kişi başı 4 Euro karşılığında sahip olmuştuk. Arada kalan süre içinde dün öğle yemeği yediğimiz yerde yine beyaz şarap eşliğinde devasa pizzalarımızı yedik. Bu arada beraber gezdiğimiz çiftten Yalçın Bey'in merakı üzerine sorduğu bir pizzanın "at etinden" yapılmış olduğunu da öğrendik:-)
Uffizi'ye rezervasyonlu olduğumuzdan bu defa saatlerce kuyruk beklemeyecek olmanın rahatlığı çok iyi geldi. Uffizi eskiden devlet dairesi (ofis) olmasından dolayı bu adı taşıyor.
Bu müzede Medicci ailesine ait paha biçilmez çok önemli resimler ve az sayıda heykel sergileniyor. Özellikle Botticelli bölümü nefes kesici. Venüzün doğuşu tablosunun önü hep kalabalık. Oldukça büyük boyutluymuş, izlemeye doyulamıyor. Pek çok önemli ressamın (Leonardo, Raffael, Dürer, Holbein, Piziano, Rubens, Caravaggio, vs.) resimlerini gördük. Ancak itiraf etmek lazım ki yeteri derecede izledik diyemem. Müze müthiş kapsamlı ve bir süre sonra yorgunluk insanın takatini kesiyor. Yaklaşık 2 saat süren gezi ardından sürünerek cafeye çöktük. Cem devasa Arjantin biralarından istemiş (çok susamış belli ki:-)) Biraları afiyetle götürdü, benim biramın da yarısını o içti...
Tren saati yaklaştığı için yeniden yola koyulduk. Bu kez istasyona daha kısa zamanda vardık. İstasyona yakın bir yerde 10 Euro gibi ucuz bir fiyata bir bavul aldık (Tabii ki Çin malıydı ve dönüşte havalimanında bagaj görevlileri bavulun sapını kırmışlardı:-)) Dönüşte aldıklarımızı kırıp dökmeden taşımanın başka yolu yoktu...

Son Montecattini akşamımızda da aynı aile restoranında muhteşem lezzette yemeklerimizi yedik. Zanzibar'da ben bira Cem grappasını içti ve otele döndük. Böylelikle şahane anılarla tatilimizin Floransa ayağını da tamamlamış olduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder